Namaz

Namaz

Namaz hakkında geniş bilgi

Namaz

A- Namazın Tanımı Ve Mahiyeti

“Namaz” kelimesi türkçeye farsçadan geçmiştir; farsçadaki okunuşu “nemâz”dır. Bunun arapça karşılığı olan “salât” sözlükte, dua etmek, yalvarmak, iyi dilekte bulunmak anlamlarına gelir. “Onlar için dua et (“salli aleyhim”), çünkü senin duan (“salâtek”) onlar için sükûnettir (onlara huzur sağlar)” (et-Tevbe 9/103) mealindeki âyet-i kerîmede bu anlam sözkonusudur. Dinî bîr terim olarak salât (namaz), tekbir ile başlayıp selâm ile tamamlanan belirli hareket ve sözlerden oluşan ibadeti ifade eder. Ayrıca salât, özellikle Hz. Peygamber için hayır duada bulunma ve ona olan saygı ve bağlılığı gösterme amacı ile söylenen söz anlamına da gelir. Salât kelimesinin çoğulu “salevâf’tır. Namaz kılan kişiye “musallî”, namaz kılınan mahalle “musalla” denir.
Namaz İslâm’dan önceki ilâhî dinlerde de emredilmiştir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütlere değinilirken onun şöyle dediği nakledilir: “Yavrucuğum! Namaz kıl, iyiliği emret,
kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar azme-dilmeye değer işlerdir” (Lokman 3ı/ı7). İslâmiyette namazın meşruiyeti ve farz bir ibadet olduğu Kitap, Sünnet ve İcma ile sabittir.

B- Namazın Önemi Ve Yararları

Namaz, ilahî dinlerin ortak hükümlerinden olup, peygamberler üstlendikleri ağır görevi ifa ederken namazın sağladığı sürekli manevî güçten destek almışlardır. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde Hz. Mu-hammed’den (s.a.) önceki peygamberlerden sözedilirken onlara da namazın emredildiği belirtilip ve bazı peygamberlerin namazın önemini vurgulayan ifadelerine atıfta bulunulur (msl. el-Bakara 2/83; Yunus 10/87; Hûd 11/87; İbrâhîm 14/37; Meryem 19/30-31, 54-55; Tâhâ 20/14; el-Enbiyâ 21/72-73; Lokman 31/17). Hz. İbrahim’in bu hususla ilgili olarak Kur’ân’da anılan duası şöyledir: “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını kılanlardan eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur” (İbrâhîm 14/40).
İslâmiyette de namaz ibadetine hemen bu dinin tebliğine başlandığı sıralardan itibaren rastlanır. Hadis ve Siyer kaynaklan Hz. Muhammed (s.a.)’in müşriklerin baskı ve hakaretlerine rağmen zaman zaman Mescİd-i Haram’da Hacer-i Esved ile Rükn-ı Yemânî arasında namaz kıldığını, gerek Rasûlullah’ın gerekse müminlerin, vadilerde, evlerinde, ağılların ve harmanların temiz bölümlerinde namaz kıldıklarını, Dâru’l-erkam’t da mescit haline getirdiklerini kaydetmektedir. Mekke döneminde nazil olan birçok âyet-i kerîmede de namazın önemi vurgulanmakta ve namaz kılanları engellemeye çalışanlar sert bir dille kınanmaktadır {msl. Buhari, Salât, 49; Müsned II, 178, IV, 85; el-Müddessir 74/43; eş-Şûrâ 42/38; el-Alak 96/10; el-A’lâ 87/15,- el-Kıyâmet 75/39). Önceki namaz ikişer rekât olarakve özellikle sabah güneşin doğmasından Önce, akşam da güneşin batmasından sonra kılınıyordu. İslâmiyette bilinen şekliyle beş vakit namaz Miraç gecesi farz kılınmış olup, bu emrin yeryüzüne melek gönderilerek değil Rasûlullah’ın Rabbi’nin Yüce huzuruna çıkarılması yoluyla tebliğ edilmesi na-maz ibadetinin bu dindeki yeri ve mertebesi bakımından oldukça manidardır. Bu sebeple, “namaz müminin miracıdır” denmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve Hz. Peygam-ber’in hadislerinde namaz ile ilgili olarak yer alan İfadeler, bu ibadetin islâm’ın beş şartından biri ve İslâmiyette çok özel bir önemi haiz olduğunu açıkça göstermektedir (msl. en-Nisâ 4/103; el-Bakara 2/45, 238; Buhârî, İman, 1, 1, 34, Şehâdât, 26, Zekât, 41, 63; Müslim, İman, 8,10,15,17-20; Ebû Dâvud, Salât, 1).
Kişiyi Allah’a yaklaştıran, ruhen arındırıp yücelten, bir taraftan şükretmeye bir taraftan da sabır ve mücadeleye alıştıran, belirli bir disiplin içinde kulluk bilincine eriştiren çok önemli bir ibadet olan namazın; beden ve ruh sağlığı açısından da büyük yararlan vardır. Cemaatle kılınan namazın da ırk, renk, dil, sosyal zümre ve ülke ayırımı gözetmeksizin müminleri aynı safta toplaması ve kollektif şuuru pekiştirmesi açısından çok güçlü bir rol üstlendiği kuşkusuzdur.

https://www.dinisite.tr/kategori/namaz/

C- Namaz Çeşitleri

Hanefî fıkhında, namazlar sert hükmü (dinî değerlendirme) açısından dört çeşit olarak guruplandırılır:
a- Farz Namazlar,
b- Vacip Namazlar,
c- Sünnet Namazlar,
d- Nafile Namazlar (Tatavvu Namazları).
a- Farz Namazlar:
Farz olan namazlar, aynî farz (farz-ı ayın) ve kîfâî farz (farz-ı kifâye) olmak üzere iki guruba ayrılır.
Farz-ı ayın olanlar yükümlülük çağındaki her bir müslümana ayrı ayrı farzdır. Bunlar günlük ve haftalık olmak üzere iki çeşittir.
Günlük farz namazlar, sabah (2), öğle (4), ikindi (4), akşam {3) ve yatsı {4) olmak üzere bir gün ve gecede toplam on yedi rekâttır.
Haftalık farz namaz, cuma günü şartları gerçekleştiğinde Öğle namazı vaktinde kılınan iki rekât cuma namazıdır. Cuma namazı kılınınca Öğle namazı kılınmaz. Dolayısıyla, cuma günü kılınan farz namazlar toplam on beş rekât olmaktadır.
Farz-ı kifaye olan namaz ise, bir müslüman öldüğünde çevresindeki müslümanlarca kılınması gereken, bazılarınca kılındığında diğerlerinden sorumluluğun kalktığı, hiç kimse kılmadığında hepsinin sorumlu olduğu cenaze namazıdır. Rükûlu ve secdeli bir namaz olmadığından, bu namazda rekât sözkonusu değildir.

b- Vacip Namazlar:

Yatsı namazından sonra kılınan üç rekât vitir namazı ile Ramazan ve kurban bayramlarında kılınan ikişer rekât bayram namazları vacip namazlardır. Dinen belirli bir vakte bağlı olarak herkese yüklenmiş bir görev olmamakla beraber, kişinin kendi iradesi İle kılmayı adadığı nezir namazlarının hükmü de vaciptir.
Bazı Hanefî bilginler küsûf namazını (güneş tutulduğunda kılınan namazı) da vacip olarak nitelendirmişlerdir.

c- Sünnet Namazlar:

Bunlar vakit namazlarından önce ve/veya sonra Hz. Peygamber’in sünnetine uyularak kılınan namazlardır. Bazıları “sünnet-i müekkede”, diğer bazıları da “sünnet-i gayrı müekkede” olarak nitelendirilir.
Ramazan ayında yatsı namazından sonra kılınan yirmi rekât teravih namazı da sünnet-i müekkede türünden bir namazdır.

d- Nafile Namazlar:

Bunlar Hz. Peygamber’in uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle ya da kişinin kendi isteği ile herhangi bir zamanda Allah’a yaklaşmak ve sevap kazanmak amacıyla kılınan namazlardır. Bunlara tatavvu’ namazları da denir.
Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebin eserlerinde genellikle namaz çeşitleri Önce rükûlu ve secdeli olup olmaması açısından bir guruplandırmaya tabi tutulur, böylece cenaze namazı ayrı bir gurup oluşturur. Diğer namazlar genellikle
a- Farz,
b- Mendup kısımlarına ayrılır. Bazı eserlerde mendup olanlar da Hanefîler’de olduğu gibi sünnet ve nafile kısımlarına ayrılır. Hanefî mezhebinde vacip namazlar gurubunda yer alan vitir namazı ile bayram namazları çoğunluğa göre sünnet namaz-
lar arasında yer alır; bununla birlikte diğer üç mezhepte bayram namazlarının farz-ı kifâye olduğu görüşü de vardır. Öte yandan, tilâvet secdesi de Mâlikîve Hanbelî mezheplerinde bir namaz çeşidi olarak kabul edilir.
Bazı eserlerde, mekruh vakitlerde kılınması veya dinî kurallara aykırılıklar içermesi sebebiyle “mekruh namazlar” ve “menhiyyun anh (yasaklanmış) namazlar” şeklinde nitelendirmeler yer alırsa da esasen bunlar birer namaz çeşidi değildir.
Yine, vaktinde kılınmayan farz ve vacip namazların daha sonra yerine getirilmesinin bir vecibe olması dolayısıyla “kaza namazı” tabiri kullanılırsa da, bunlar da birer namaz çeşidi sayılmaz.

D- Namazın Vücub Şartları

Namazın “vücub şartlan” denince, bir kimsenin namaz İbadeti ile yükümlü sayılması, farz veya vacip namazın bir kimsenin zimmetinde borç olarak sabit olması için aranan şartlar kasdedilir. Bu şartlar şunlardır:
1- Müslüman olmak. Fakihlerin çoğunluğuna göre, namaz yükümlülüğü için müslüman olmak şarttır. (Mâlikî mezhebinde Gayr-i müslimlerin de namazla yükümlü olduğu, fakat bu halde kılarlarsa geçerli olmayacağı düşüncesinden hareketle, müslüman olmak vücub şartlan arasında değil, sıhhat şarttan arasında sayılmıştır).
Yeni müslüman olan bir kimsenin daha Önceki namazları kaza etmekle yükümlü olmadığı hususunda dört mezhep görüşbirliği içindedir. “İnkâr edenlere, (İnkarcılıklarından) vazgeçerlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle” (el-Enfâl 8/38) mealindeki âyet ve “İslâm, daha öncesini siler “{Müsned, iv, 199, 204, 205) anlamındaki hadis bu hükmün açık delilidir.
2- Buluğ: Ergenlik çağına ulaşmış olmayan çocuklar namazla yükümlü değildir. Temyiz çağına ulaşmış olan küçük  namaz kılarsa bu geçerli olur.
Hz. Peygamber’in, çocukların yükümlülük çağına gelmeden Önce namaz disiplinini kazanmış olmalarını sağlamayı hedefleyen hadisi (Ebû Dâvud, Salât 26; Müsned, II, 180, 187) gereğince, çocuk yedi yaşına gelince velisi tarafından yavaş yavaş namaza alıştırılır; on yaşına ulaştığında, bunun üzerinde biraz daha fazla durulması, hatta hafif zorlayıcı tedbirlere başvurulması gerekir. Tabii ki buradaki görev buluğ çağına ulaşmamış çocuğa değil, velisine yöneliktir.
3- Akıl: Dinî yükümlülüklerin sabit olması için, kişinin aklî melekelerinin yerinde olması (temyiz gücünden yoksun bulunmaması) şarttır. Fakat bu şartın namaz yükümlülüğü konusuna uygulanmasında, Hanefî mezhebinde bir gün bir gecenin tamamı esas alınmış ve bu kadar süre devam etmemiş ise akıl hastalığı (cünûn) namaz kılma görevinin zimmette borç olarak sabit olmasına engel sayılmamıştır. Akıl hastalığının, İmâm Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’a göre yirmi dört saat sürmesi, İmâm Muhammed’e göre altıncı vaktin geçip yedinci vaktin girmesiyle namaz yükümlü-lüğü düşer, daha sonra kaza etmek gerekmez. Diğer üç mezhebe göre ise, akıl hastalığının namaz vaktinin tamamını kapsaması halinde yükümlülük düşer. Baygın ve cebren içki İçjrilip sarhoş olana namaz farz değildir.
Uyuyan kişiden namaz yükümlülüğü düşmez, uykuda geçen namaz veya namazlarını kaza etmesi gerekir.
Bu üç olumlu şartın yanısıra, bütün mezheplere göre, hayız halinde bulunmama ve lohusa olmama da namazın vücub şartla-rındandır. (Hanbelî mezhebinde vücub ve sıhhat şartları birbirinden ayırdedilmeksizin sayılır.) Buna göre, bir hanım âdet halinde veya lohusa iken geçen namazları kaza ile yükümlü değildir.
Şu var ki, Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre, namaz vakti girip namaz kılacak kadar süre geçtiği halde namazını kılmamış ve vakit çıkmadan önce adet görmeye başlayan yahut lohusa olan bir hanımın, daha sonra bu namazı kaza etmesi gerekir, Hanefî mezhebine göre kaza etmesi gerekmez.
Öte yandan, Mâlikî ve Şafiî fıkıh eserlerinde, İslâm’da genel sorumluluk ilkelerinin bir uzantısı olan “yükümlü olduğunu bilme yahut bilecek durumda olma” şartı da vücub şartları arasında anılır. Buna göre, meselâ İslâm ülkesi dışında yaşayan bir Gayr-i müslim müsiüman olduktan sonra henüz namazın farz olduğunu öğrenme-mişse mazur sayılır ve daha sonra bu dönemdeki namazları kaza etmesi gerekmez.
Yine, Mâlikî ve Şafiî fıkıh eserlerinde vücub şartı olarak sayılan başka hususlar da vardır: Mâlikî fıkhında kişinin namaz kılmamaya zorlanmış olmaması (ikrah altında bulunmaması) vücub şartları arasında; vaktin girmiş olması, abdest veya teyemmüm yapacak vasıta bulamamış olmama, hem vücub hem sıhhat şartları arasında anılır. Şafiî fıkhında da, âmâ, sağır veya dilsiz olmama da vücub şartlarındandır; böyle kimseler namazla yükümlü değildir.

E- Namazın Farzları (Sıhhat Şartları Ve Rükünleri)

Namazın “sıhhat şartlan” denince, ister farz veya vacip ister sünnet veya nafile türünden olsun bir namazın geçerli sayılması için aranan şartlar kasdedilir.
Namazın “rükünleri” ile namaz fiilini meydana getiren unsurlar anlatılmak istenir. Bunlar da namazın geçerliliği için kaçınılmaz hususlardır; Ancak, fiilin mahiyetinden bir cüz (öğe) olduğu için “rükün” olarak adlandırılırlar. Bu rükünlar,-cenaze namazı hariç- ister farz veya vacip ister sünnet veya nafile türünden olsun her bir namazın zaruri Öğeleridir. Şu kadar var ki -aşağıda görüleceği üzere- “kıyam” nafile namazlarda rükün sayılmamıştır; yine, “kıraat” Hanefî mezhebinde farz namazların sadece herhangi iki rekâtında rükün sayılmıştır.
Esasen “Namazın Vücub Şartları” başlığında anılan müslüman olmak, temyiz gücüne sahip olmak, hayızlı ve lohusa olmamak, aynı zamanda namazın geçerliliği için de şarttır. Burada “Namazın Sıhhat Şartlan” dendiğinde ise namaz kılan ile değil namaz ibadeti ile ilgili olarak aranan geçerlilik şartları kasdedilmektedir. Bunlar namaz fiilinin mahiyetinden bir cüz olmadığı için “şart” olarak anılırken, namazın mahiyetinden birer cüz olanlar “rükün” olarak anılmıştır. Gerek şartlar gerekse rükünler geçerli bir namaz için yerine getirilmesi zorunlu gereklerdendir; bu itibarla hepsi aynı zamanda namazın “farz”larıdır.
Öğretim kolaylığı sağlamak üzere namazın temel gerekleri Hanefî fıkhında

a- Namazın dışındaki şartlar,

b- Namazın içindeki şartlar şeklinde iki gurup halinde sayılmıştır. (Bazı eserlerde ikinci gurup “rükünler”, birinci gurup “rükünlerin şartlan” olarak anılır.)
Namazın dışındaki şartlar şunlardır:
1- Hadesten taharet,
2- Necasetten taharet,
3- Setr-i avret,
4- İstikbâl-i kıble,
5- Vakit,
6- Niyet.
Namazın içindeki şartlar da şunlardır:
1- İftitah tekbiri,
2- Kıyam,
3- Kıraat,
4- Rükû,
5- Sücûd,
6- Ka’de-i âhire. Bunlardan iftitah tekbiri esasen Ebû Hanîfe’ye ve Ebû Yusuf’a göre (ki Hanefî mezhebinde kabul gören görüş budur) bir rükün değil, şarttır. Muhammed b. Hasen’e ve diğer üç mezhebe göre ise rükündür (Bu görüş ayrılığının pratik sonucuna aşağıda 7. maddede değinilecektir).
Yukarıdaki rükünlerin yanısıra, “ta’dil-i erkân” da Ebû Yusuf’a (ve Hanefîlerin dışındaki üç mezhebe) göre, “huruç bi sun’ihi” de Ebû Hanîfe’ye göre birer rükündür. Yine, farzlar arasında sıraya riâyet etmek (“tertîb”), Şâfiîler’e ve Hanbelîler’e göre namazın rükünlerindendir.
Öte yandan namazın bu temel gereklerinin detaylarına inildiğinde namazın geçerli olması için hem Hanefî mezhebinde hem diğer mezheplerde aranan başka hususlar da vardır. Diğer üç mezhepte sıhhat şartlan ve rükünler sayılırken bu hususlar da dikkate alındığından, bu mezheplerin eserlerinde şartların ve rükünlerin sayılarının yüksek olduğu görülür. Meselâ sadece rükünler (farzlar), bu üç mezhepte on üç ilâ onbeş sayısına ulaşmaktadır.
Burada sayılanlar gerek münferiden (tek başına) gerekse muktedi olarak (imama uyarak) namaz kılanı ilgilendiren ortak şartlardır. Cemaatle kılınan namazda, imama uymanın (iktidanın) sahih olabilmesinin de şartları vardır (Bk. Cemaat). Yine cemaatle namazda, namazı kıldıran kişinin imamlığının sahih olması için kendisinin bazı şartlan taşıması ve namaz esnasında bazı hususlara riâyet etmesi gerektiği gibi, imama uyan kimsenin de namazının geçerli olması için bazı hususlara riâyet etmesi gerekmektedir.
Hanefî mezhebine göre, üzerinde fazla namaz borcu olmayan kişinin önce bunları kaza etmesi de namazın edasının şartları arasında sayılmıştır.
Dikkat edilmelidir kî, yukarıda sayılanlar, namazın geçerli olması İçin “yapılması” gereken fiillerdir. Namazın geçerli olması için, birde “yapılmaması” (kaçınılması) gereken (konuşmama, gülmeme, yeyip-içmeme gibi) hususlar vardır ki, bunlar “Namazı Bozan Durumlar” başlığında ele alınacaktır.
Aşağıda, Hanefî mezhebi esas alınarak yukarıda sayılan oniki farz (iki diğer üç mezhebe göre de namazın geçerliliği için bunlar gereklidir) ve ihtilaflı olan iki farz (ta’dil-i erkân ve huruç bi sun’ih) ana hatları ile açıklanacak, gerektiğinde ek bilgi için ilgili maddelere atıfta bulunulacaktır. Hanefî mezhebine göre yerine getirilmesi “gerekli” fakat farzdan daha az önemli olan hususlar (vacipler) daha sonra “Namazın Vacipleri” başlığında görülecektir,
1- Hadesten taharet:
Hades, abdestsizlik ve gusül gerektiren durumlar (cünüplük, âdet hali ve lohusa hali) demektir. Namaz kılacak kişinin, cü-nüp ise veya âdet yahut lohusalık hali sona ermiş ise boy abdesti almadan, bu durumlardan biri sözkonusu değilse abdest almadan namaz kılması geçerli olmaz. Boy abdesti veya abdest alabileceği su bulama-yan veya su bulduğu halde kullanma imkânı olmayan kişi teyemmüm eder.
Namaz kılarken bilerek abdest bozucu birfiil işleyen kişinin namazı bozulur(ancak Hanefîlere göre namazın sonunda ise bozulmaz). Burun kanaması gibi özür sebebiyle de olsa abdesti bozulanın namazı Şâfiîler’e ve Hanbelîler’e göre derhal bozulmuş olur. Hanefîler’e göre böyle kimse bu durumdan sonra bir rükün eda edecek kadar beklemedikçe namazı bozulmaz; dilerse abdesti yenileyip namaza kaldığı yerden devam eder, dilerse yeniden başlar. Mâlikîler’e göre de -bazı şartlarla- namaza kaldığı yerden devam edebilir.
2- Necasetten taharet:
Namazın geçerli olması için, vücutta, elbisede ve namaz kılınacak yerde dinen necis (pis) sayılan ve namazın geçerliliğine engel olacak miktara ulaşan maddelerin bulunmaması gerekir. Mâlikî mezhebinde meşhur görüş necasetten taharetin sün-net-i müekkede olduğu yönünde ise de Mâlikî fıkhı eserlerinde genellikle, bilerek ve gücü yettiği halde necasetten tahareti terketmenin namazı geçersiz kılacağı yani normal durumlarda bunun şart (farz) olduğu kaydedilir.
Nelerin dinen necis sayıldığı ve bunların ne miktarının tolerans sınırı içinde kabul edildiği NECASET maddesinde açıklanmıştır. Özet olarak, Hanefî mezhebinde, pis olduğu kesin delil ite sabit olan insan kanı ve idrarı gibi maddelerin (necaset-i galiza), katı ise bir dirhem (yaklaşık 3, 5 gram), sıvı ise el ayasını (avuç içini) kaplayacak miktarı tolerans sınırının üzerindedir ve namazın sıhhatini engeller. Pis olduğu kesin delil ile sabit olmayan at ve koyun vb. hayvanların idrar ve dışkıları ile yırtıcı kuşların dışkıları gibi maddelerin (necaset-i hafife) ise, bulaştığı uzvun veya elbisenin tamamının dörtte bir miktarı tolerans sınırının üzerindedir ve namazın sıhhatini engeller. Kaçınılması güç durumlar için de bazı istisnalar sözkonusudur. Diğer mezheplerde de az miktarlar için bazı tolerans hükümleri benimsenmiştir. Unutulmamalıdır ki, bu tolerans hükümleri, temizlemede güçlük bulunan haller içindir; hatta Hanefî mezhebinde, işaret edilen miktarı aşmayan necaset-i galiza ile namaz sahih olmakla beraber, bu Şekilde namaz kılmak -yaygın görüşe göre- tahrimen mekruhtur.
Namazın sıhhatine engel olacak miktarda necaset taşıyan bir elbise ile (ister pis olduğunu ister namazı geçersiz kıldığını) bilmeyerek namaz kılan kişinin, bu durumu öğrendikten sonra -Mâlikîler dışındaki- üç mezhebe göre namazını iade etmesi gerekir.
Hanefi mezhebinde benimsenen görüşe göre namaz kılınacak yerin temizliği İle ilgili asgari şart, ayakların, ellerin, dizlerin ve alnın konacağı yerlerin temiz olmasıdır, burnun konacağı yer necis olursa -kerahatle beraber- namaz geçerli olur.
Üzerinde pislik bulunan (hah, kilim vb.)
bir yaygının necis kısmında kılınan namaz geçersiz, temiz kısmında kılınan namaz geçerlidir. Pis bir yerin üzerine, altını göstermeyecek ve kokusunu dışarı vermeyecek şekilde temiz bir yaygı serilirse veya bu şekilde toprak dökülürse bunun üzerinde namaz kılınabilir.
3- Setr-i avret:
Setr-i avret, vücudun örtülmesi gereken yerlerini örtmek demektir. Namazda örtülmesi gereken yerlerle ilgili asgari ölçüler mezheplere göre şöyle belirlenmiştir. Hanefî mezhebine göre erkek için göbek ile dizkapakları arası (göbek hariç, dizkapakla-rı dahil), kadın için eller, ayaklar ve yüz hariç bütün vücuttur. Şâfİîve Hanbelî mezheplerine göre, erkek için göbek İle dizkapakları arası (göbek ve dizkapakları hariç), kadın için eller ve yüz hariç (Ahmed b. Hanbel’den bir rivayete göre yalnız yüz dışında) bütün vücuttur. Mâliki mezhebinde ise örtülmesi gereken yerler için, birinci derecede gerekli (avret-i muğalleza) ve ikinci derecede gerekli (avret-i muhaffefe) ayırımı yapılmıştır: Erkeğin muğalleza olan kısmı, ön ve arka avret yerleridir (erkeklik organları ve mak’atdır); muhaffefe olan kısmı İse, göbek ve dizkapakları arasındaki -muğalleza dışında kalan- mahaldir. İmâm Mâlik’e göre erkeğin göbek ve dizkapağı arası avret olmakla beraber, mezhepteki bu ayırıma göre namazda örtülmesi zaruri olan yerler muğalleza olan kısmıdır. Kadının muğalleza olan kısmı, göğüs ve sırtın göğüs hizasına düşen bölümü ile baş, boyun, kollar ve ayaklar dışında kalan yerleridir. Muhaffefe olan kısmı ise, eller ve yüz hariç olmak üzere göğüs ve sırtın göğüs hizasına düşen bölümü ile baş, boyun, kollar ve ayaklardır. Öte yandan, Mâlikî mezhebinde dini bir hüküm olarak setr-i avret, farz olarak nitelendirilmekle beraber, bir görüşe göre setr-i avret namazın farzlarından, diğer bir görüşe göre ise sünnetlerindendir.
Giyilen şeyin vücudun rengini göstermeyecek şekilde olması gerekir. Vücut hatlarını belli eden elbise ile kılınan namaz -mekruh olmakla birlikte- geçerlidir. Erkeğin ipekli giymesi gibi dinen yasak kıyafet ile kılınan namaz, Hanefi ve Şafiî mezhebine göre tahrimen mekruh ve Mâlikî mezhebine göre haram olmakla birlikte geçerlidir. Hanbelî mezhebine göre ise böyle namaz geçersizdir.
Namaz kılarken avret mahallinin kişinin iradesi dışında aniden açılıvermesi halinde, Hanefîler’e göre örtülmesi gereken uzvun dörtte bir miktarında açılmışsa ve bir rükün eda edebilecek kadar süre (“Sübhânellâhi’l-azîm” diyebilecek kadar bir süre) açık kalırsa namaz bozulur. Kendi iradesi ile olursa hemen bozulur. Şâfiîler’e ve Hanbelîler’e göre ise, hemen kapatırsa (ve açık kalan süre bakımından kusurlu sayılmazsa) namazı bozulmaz. Mâlikîler’e göre, avret yerlerinin muğalleza olan kısmı açılırsa namazı bozulur; muhaffefe olan kısmı açık olarak kılması -mekruh olmakla beraber-namazı bozulmaz, vakti içinde (Öğle ve ikindiyi güneşin sararmasına kadar, akşam ve yatsıyı gece boyunca, sabahı güneş doğuncaya kadar) yeniden kılması müstehaptır.

4- İstikbâl-İ kıble:
İstikbâl-i kıble, kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi, Mekke-i Mükerreme’de bulunan Kabe-i Muazzama’dır. Kıbleye yönelmek bütün mezheplere göre namazın geçerli olması için şarttır.

5- Vakit:
Farz namazlar, bu namazların sünnetleri, vitir namazı, teravih namazı ve bayram namazları için vaktin girmiş olması şarttır. Belirli bir şarta bağlanmış nezir namazı da, bu şart henüz gerçekleşmeden kıhnırsa adak vecibesi yerine gelmiş olmaz; yine belirli bir vakte bağlanmış nezir namazı bu vakit gelmeden kılınırsa İmâm Muham-med’e göre adak vecibesi yerine gelmiş olmaz. Tabii ki, vakte bağlı bir namazı vakit şartı gerçekleşmeden kılma durumunda, bunun geçersizliği bizzat o namaz bakımındandır; şayet diğer şartlarını, ve rükünlerini taşıyorsa böyle bir namaz yine nafile bir namaz olarak geçerli olur, fakat farz ve vacip bir namaz sözkonusu ise bununla ilgili borç yerine getirilmiş olmaz.
Farz namazlarda, vaktin girmiş olması bütün mezheplere göre şart olmakla beraber, Hanefi fıkhında bu, namazın “edasının şartı” olarak anılır. Vakit aynı zamanda namazın vücub sebebidir. (Fıkıh ve usul kaynaklarında gerçek sebebin îcâb yönündeki ilâhî irade olduğu, kul bakımından da Allah’ın çağrısına uyup O’na kulluk etme olduğu; vakitlerin ise zahirî anlamda sebep olarak nitelendirildiği belirtilir.)
Vakti girmeden kılınan namaz geçerli olmadığından iadesi (vaktinde yeniden kılınması) gerekir. Namazın vakti çıktıktan sonra kiItnması ise “edâ” değil, “kaza” olur.
Vakit şartının uzantısı olan diğer bir şart da, yükümlü tarafından vaktin girdiğinin biliniyor olmasıdır. Şayet kişi, vaktin henüz girmediği kanaatini taşıdığı yahut girip girmediğinde şüphesi olduğu halde namazını kılsa, daha sonra o sırada vaktin girmiş olduğu anlaşılsa dahi namazı geçersiz olur.

6- Niyet:
Niyet, sözlükte kasdetmek, azmetmek gibi anlamlara gelir. Niyetin (namaz konusu ile sınırlı olarak) terim anlamı ise, sırf Allah rızası için namaz kılmayı istemek ve hangi namazı kılacağını bilmek demektir.
Namazın geçerli olması için niyetin gerekli olduğunda bilginler görüşbirliği içindedir. Ancak, çoğunluk niyeti sıhhat şartları arasında sayarken, Şâfiîlerve bazı Mâlikî-ler bunu rükünlerden kabul ederler.
Niyetin kalp ile yapılması esastır, kalpten geçirilen ile dil ile söylenen birbirine uymuyor ise dil ile söylenen geçersizdir. Niyetin dil ile söylenmesi şart olmayıp, çoğunluğa göre müstehaptır; Mâlikîler’e göre ise söylenmesi caiz ise de söylenmemesi daha iyidir.
Hangi farzın kılındığını belirlemek (sabah namazı, akşam namazı gibi), bütün fakihle-re göre şarttır. Edâ veya kaza şeklinde bir belirleme zaruri değildir, fakat kaza kılmıyorsa bazı hususlara riâyet gerekir. Yine, cemaatle namaz halinde imama uymaya da niyet edilmesi gerekir.
Hanefi mezhebine göre vitir, adak ve bayram namazları için de tayin (belirleme) şarttır. “Sabah namazına” gibi bir niyet yerine “bu vaktin farzına” diye niyet edilse de oİur. Nafile namazlar için (müekked sünnetlerden de olsa) belirleme şart değildir, sadece “namaza” niyet edilmesi yeterlidir; fakat belirlemek daha iyidir. Özellikle teravih namazı için “teravih namazına” veya “vaktin sünnetine” diye niyet edilmelidir. Niyetin iftitah (başlangıç) tekbirinden hemen önce yapılması efdaldir; fakat niyet ile tekbir arasında -araya namazla bağdaşmayacak bir iş katılmamak kaydıyla— biraz fasıla bulunması zarar vermez, meselâ niyet edip sonra abdest alan ve camiye giren kişi doğrudan doğruya namaza başlasa olur, fakat niyet ettikten sonra konuşursa tekrar niyet gerekir. Tekbirden sonra niyet genelde benimsenen görüşe göre geçerli olmaz; bir görüşe göre “Sübhâneke” ve “Eûzü”den önce niyet edilirse olur.
Şafiî mezhebinde namaz niyeti sıkı şartlara bağlanmıştır; bütün namazlar için niyetin iftitah tekbirinin hemen öncesinde veya bu tekbir ile birlikte yapılması şarttır. Tekbirden az bir süre önce de olsa niyet geçersizdir. Farz (vacip) namazlar İçin aranan niyetle İlgili şartları üç maddede özetlemek mümkündür:
1- Farz-ı kifâye türünden bir namaz (cenaze namazı) ya da kaza namazı veya adak namazı olsa bile, “farz” olduğunun belirtilmesi,
2- “Namaz” kasdının bulunması,
3- Hangi farz olduğunun (ikindi namazı gibi) belirlenmesi {bu hususlar meselâ “niyet ettim farz olan öğle namazına” şeklinde kalpten geçirilmeli ve -tercihen- dil ile de söylenmelidir). Muayyen vakti olan nafile (sünnet) namazlar için iki husus gereklidir:
1- “Namaz” kasdı,
2- Hangi sünnet olduğunun belirlenmesi. “Nafile” (“sünnet”) olduğunu belirtmeye gerek yoktur. Diğer nafile namazlarda İse mutlak olarak “namaza” demek niyet için yeterlidir.

Mâlikîve Hanbelî mezhebine göre, niyetin iftitah tekbirinden hemen önce veya tekbirle birlikte yapılması gerekir, niyet ile tekbir arasında az bir fasıla olursa -genelde benimsenen görüşe göre- geçerli olur.

7- İftitah Tekbiri:
“İftitah tekbiri” namaza başlarken alınan tekbirdir. Bu, kişinin kendi işitebileceği bir sesle “Allâhu ekber” demesini ifade eder ki, “Allah en uludur” anlamına gelir.
İftitah tekbiri Ebû Hanîfe’ye ve Ebû Yusuf’a göre rükün değil, şarttır. Muhammed b. Hasen’e ve Hanefiler dışındaki üç mezhebe göre rükündür. Bu görüş ayrılığının pratik sonucu, şöyle açıklanabilir: Setr-i avret, necasetten taharet veya istikbal-i kıble şartını, iftitah tekbirinden sonra yerine getiren kişinin namazı bu tekbiri rükün sayanlara göre geçersiz, şart sayanlara göre geçerlidir.
Muhammed b. Hasen’e göre geçerli olmaz.
Sözgelimi başı veya kolu açık olarak tekbir alıp namaza duran bir kadın iftitah tekbirinden sonra başını Örtse Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’a göre namazı geçerli olup, Allah’ı yüceltme, ululama anlamı taşıyan başka sözlerle bu farz yerine getirilmiş olursa da, “estağfirullah” (Allah’tan bağışlanmamı diliyorum) veya “bismillah” (Allah’ın adıyla başlıyorum) gibi dua ifadeleri ile farz ifa edilmiş olmaz.
Tekbir cümlesinde, “Allah” kelimesinin ilk harfini “Allah” şeklinde uzatarak, yine “ekber” kelimesinin “be” harfini “ekbâr” şeklinde uzatarak okumamaya dikkat edilmelidir. Bu şekilde okuyunca mana bozulacağı için, bu farz yerine getirilmemiş ve namaz geçersiz olur.

8- Kıyam:
“Kıyâm”ın sözlükte anlamı ayakta durmaktır. Namazın bir rüknü olarak “kıyam”, iftitah tekbiri ve her rekâtta Kur’ân’dan okunması gerekli asgari miktar süresince ayakta durmak demektir. Bu asgari süre mezheplere göre farklılıklar taşır.
Kıyamın niteliği, Hanefî mezhebinde, eller uzatıldığında dizlere ulaşmayacak şekilde dik durma, diğer üç mezhepte rükû halinde sayılmayacak derecede dik durma olarak belirlenmiştir. Ayakta iken başın eğik olması kişiyi kıyam halinden çıkarmaz.
Farz ve vacip namazlarda {ve Hanefî mezhebinde benimsenen görüşe göre sabah namazının sünnetinde) kıyam bir rükündür, gücü yeten kişi bu rüknü yerine getirmeden (meselâ oturarak) farz veya vacip bir namaz kılarsa, namazı geçerli olmaz. Nafile namazlarda ise, kişi gücü yettiği halde kıyamı yerine getirmese (oturarak kılsa) bile namazı geçerli olur. Bu kuralın bir sonucu şudur: Kişi farz veya vacip namazlarda gücü yettiği halde, -çekiliverse düşeceği şekilde- duvar, baston vb. bir şeye dayanarak namaz kılarsa, namazı geçerli olmaz.
Hasta veya ayakta durmaya gücü yetmeyen kişiden kıyam vecibesi düşer, namazını oturarak kılar, oturmaya da gücü yetmeyen hakkında mezheplere göre farklılıklar taşıyan hükümler vardır.

9- Kıraat:
“Kırâaf’ın sözlük anlamı okumaktır. Namazın bir rüknü olarak “kıraat”, namaz kılarken Kur’ân-ı Kerîm’den okunması gereken asgari miktarı kendisinin işitebileceği şekilde okumak demektir. Bu asgari miktar mezheplere göre farklılık taşır: Hanefî mezhebine göre, kıraatin farz olduğu her rekâtta kısa üç âyet veya buna denk düşen bir uzun âyettir; ancak Ebû Hanî-fe’den bir rivayete göre kısa bir âyet de yeterlidir. En kısa âyet (“sümme nazar” gibi) de en az altı harfli olması esas alınmıştır, dolayısıyla üç kısa âyete denk sayılan uzun âyet onsekiz harften aşağı olmamalıdır. ııNûn” ve “müdhâmmetân” gibi tek harf veya kelimeden ibaret âyetlerin okunması yeterli sayılmamıştır, öte yandan Hanefi mezhebinde, kıraat nafile namazların, vitir namazının ve iki rekâtlı farz namazların bütün rekâtlarında, dört ve üç rekâtlı farz namazların ise herhangi iki rekâtında farzdır (Bunun ilk iki rekâtta olması vaciptir. Diğer rekâtta veya rekâtlarda Fatiha sûresini okumak bir rivayete göre vacip, diğer rivayete göre sünnettir.). Hanefi mezhebinde kıraatle ilgili bu kurallar imam olan veya yalnız başına kılan için sözkonusudur; imama uyanın kıraat yükümlülüğü yoktur, namaz sesli (cehrî) ise imamı dinler, sesli değilse sadece susar.
Diğer üç mezhepte kıraatin asgari miktarı her rekâtta Fatiha sûresinin okunmasıdır, (ilk iki rekâtta Fâtiha’dan sonra zamm-ı sûre, yani ayrıca Kur’ân’dan bir miktar okunması sünnettir). Bu mezheplerde kıraat, imam ve yalnız başına kılan için geçerli olduğu gibi imama uyan için de geçerlidir; şu var ki sessiz namaz ise Fati-hâ’yı ve zamm-ı sureyi okur, sesli namaz ise Şâfiîlere göre sadece Fâtiha’yı okur, Mâlik? ve Hanbelîler’e göre okumayıp dinler (Ahmed b. Hanbel’e göre -tercihan-hem dinlemeli hem imam ara verdiğinde Fâtiha’yı ayrıca okumalıdır). Bu arada belirtmek gerekir ki, Şafiî mezhebine göre besmele Fatiha sûresinden bir âyet olduğu için, besmelenin okunması da kıraat vecibesinin bir parçasıdır, yani namazın farzlarındandır.

10- Rükû:
Sözlükte “rükû”‘ eğilmek demektir. Namazın bir rüknü olarak rükû, eller dizlere varacak derecede sırtın eğilmesini ifade eder. Hz.Peygamber’in uygulamalarına en uygun rükû şekli, sırt ve baş düz bir satıh meydana getirecek Ölçüde, başını eğmek-sizin ve kaldırmaksızın tabii bir duruşla eğilmektir.
Rükûda “tume’nine” yani bir süre rükû vaziyetinde beklemek, yine, rükûdan sonra doğrulup bir süre kıyam vaziyetinde beklemek (kaveme) ta’dil-i erkânın bir parçası olduğundan, Ebû Yusuf’a ve Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre farzdır, Hanefî mezhebine (Ebû Hanîfe ve Mu-hammed b. Hasen’e) göre ise vaciptir. Bu sürenin asgari ölçüsü Hanefî mezhebinde “sübhânellâhil’azîm” diyebilecek kadar bir zaman dilimi olarak belirtilmiştir. (Hanefî Mezhebi eserlerinde rükûda tume’nine ve kavemenin sünnet olduğu görüşü de yer almakla beraber, kuvvetli bulunan görüş vâcip olduğu yönündedir).

11- Secde:
Sözlükte “secde” itaat, teslimiyet ve tevazu içinde eğilmek, yere kapanmak anlamına gelir. Namazın her rekâtında vücudun belirli uzuvlarını yere veya yere bitişik bir mahalle koyarak iki defa kapanmak namazın rükünlerindendirve farzdır.
Hz.Peygamber’in uygulamalarına en uygun secde, yüz, eller, dizler ve ayak parmaklarının olmak üzere yedi uzuv üzerinde yapılanıdır. Bununla birlikte bunlardan bir kısmı ile yetinildiğinde secdenin geçerli olup olmayacağı konusunda mezhepler arasında farklılıklar vardır. Hanefî mezhebine göre, farz olan alnın ve ayakların (veya hiç değilse bir ayağın) parmaklarının yere dayanmasıdır (bunun konması vâcip, ellerin ve dizlerin konması sünnettir). Bu mezhepte tercih edilen görüşe göre bir ayağın yalnız bir parmağını veya ayağın sadece üstünü yere koymak yeterli olmaz, yine, bir özür yokken, alnı değdirmeden sadece burnun üzerine secde yeterli değildir. Ha-nefîler’den Züfer ile Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre, yukarıda anılan yedi uzvun herbirinin bir kısmının yere değdirilmesi farzdır; Şâfiîler’e göre avuç içlerinin ve ayak parmaklarının alt taraflarının yere gelmesi gerekir. Mâlikî mezhebinde farz olan secdenin alnın bir kısmı üzerinde yapılmasıdır, özürü sebebiyle bunu yapamayan ima ile secde eder; sadece burnun üzerine secde edilmesi yeterli değildir.
Secdede ve iki secde arasında bir süre bekleme (tume’nine) hakkında da yukarıda “Rükû” başlığında anılan bilgiler dikkate alınmalıdır.
12- Ka’de-i âhire:
“Ka’de-i âhire”, son oturuş demektir. Namazların sonunda bir süre oturuş vaziyetinde bulunmak, namazın rükünlerin-dendir, farzdır. Sabah namazının sünneti veya farzında olduğu gibi iki rekâtlı namaz-lardaki oturuş (kendinden önce başka oturuş bulunmadığı halde) ka’de-i âhire {son oturuş) sayılır.
Ka’de-i âhirede oturarak beklenmesi farz olan süre Hanefî mezhebine göre “teşehhüt” miktarıdır. Teşehhüt miktarı ise “Tahıyyât” duasını okuyacak kadar bir süredir (Bk. Teşehhüt). Şafiî ve Hanbelî mezheplerinde farz olan süre, teşehhüt miktarına ilâveten bir de Hz. Peygamber’e salavat getirebilecek (“Allâhümme salli alâ Muhammed” diyecek) kadar bir zaman dilimidir. Mâlikî mezhebine göre farz olan, selâm vermeye elverişli bir süre oturmaktır.

13- Huruç bi sun’ih ve selâm:
“Huruç bi sun’ih”, kişinin namazdan kendi fiili ile çıkması anlamına gelir. Ebû Hanî-fe’ye göre, namaz kılanın namazın sonunda kendi iradesine bağlı olarak yaptığı bir fiil ile çıkması namazın rükünlerindendirve farzdır. Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre ise teşehhüt miktarı oturmakla namaz tamam olmuş olur, kişinin kendi isteğine bağlı bir fiil ile namazın sona erdirilmesi gerekmez. Bu görüş ayrılığının pratik sonucu şöyle açıklanabilir:
Bir kimse ka’de-i ahîrede teşehhüt miktarı oturduktan sonra kendi isteği ile (konuşma gibi) namazla bağdaşmayacak bir fiil işlerse her üç müçtehite göre namazı tamam sayılır; fakat bu esnada kendi isteği ile olmaksızın abdesti bozulsa İmameyn’e göre bu kimsenin namazı tamamdır, Ebû Hanîfe’ye göre ise tamam değildir. Hemen abdest alıp kendi isteği ile namazdan çıkmazsa namazı geçerli olmaz. Yine ka’de-i âhirede teşehhüt miktarı oturduktan sonra iradi bir fiil ile namazdan çıkmadan namaz vakti çıkmış yahut yeni vakit girmiş olsa İmameyn’e göre bu namaz geçerli, Ebu Hanîfe’ye göre geçersiz sayılır.
Şafiî ve Mâlikî mezheplerine göre namazdan çıkmak için birinci selâmın verilmesi, Hanbelî mezhebine göre de iki tarafa selâm verilmesi farzdır. Hanefî mezhebine göre selâm farz değil vaciptir. Buna göre diğer üç mezhebe göre de esasen Ebû Hanîfe’nin görüşünde olduğu gibi kişinin fiili ile namaza son vermesi farz olmaktadır, fakat onlara göre -Ebû Hanîfe’nin görüşünden farklı olarak- namazı selâm vermek suretiyle sona erdirmek zorunludur.

14- Ta’dil-i erkân:
“Ta’dİl-i erkân”, rükünleri düzgün yapmak demektir. Bu, “tume’nine” kelimesi ile de ifade edilmiştir ki, kişinin içine sindirebileceği huzurlu bir halde olması, bir hareketten sonra yahut iki hareket arasında durma, sükûnet bulma anlamlarına gelir.
Namaz için bu terimin kullanılması ile anlatılmak istenen şudur: Kişi rükû ve secde gibi rükünleri biri diğerinden ayırdedebilecek şekilde sükûnet içinde yapmalı, herbirinde o rükne uygun vaziyette bir süre beklemelidir.
Ta’dil-i erkân Ebû Yusuf’a ve Hanefi mezhebi dışındaki üç mezhebe göre farzdır (rükün veya rüknün şartıdır), Hanefî mezhebine (Ebû Hanîfe ve Muhammed b. Hasen’e) göre ise vaciptir.
Bir rükünde -ta’dil-i erkânın yerine gelmiş sayılması için- beklenmesi gereken sürenin asgari ölçüsü Hanefî mezhebinde bir defa “sübhânallahi’l-azîm” diyecek kadar bir zaman dilimi olarak belirtilmiştir. Diğer üç mezhepte daha çok, vücudun her bir rükünde alınması gereken vaziyete uygun ve yatkın bir şekilde bulunabileceği süre tarzında tanımlar yapılmıştır.
Hanefî mezhebi eserlerinde rükûda tume’nine, rükûdan sonra bir süre ayakta bekleme (kaveme) ve iki secde arasında bir süre oturarak bekleme (celse)nin sünnet olduğu görüşü de kaydedilmekle beraber, kuvvetli bulunan görüş vacip olduğu yönündedir.

F- Namazın Vacipleri

Dinen yapılması “gerekli” sayılan fiiller Hanefîler’İn dışındaki üç mezhebe göre, eşanlamlı birer terim olmak üzere “farz” ve “vacip” diye anılır. Hanefî mezhebinde ise bu fiillerle ilgili delil kesin ise hüküm “farz”, kesin değilse hüküm -farzdan daha alt bir mertebede olmak üzere- “vacip” şeklinde anılır.
Aşağıda, Hanefîler’in terminolojisine göre namazın belli başlı vacipleri gösterilecektir. Bunlardan bazıları fakihlerin çoğunluğuna göre de yapılması zorunlu (farz =vâcip) sayılırken, bazıları yapılması zorunlu sayılmayıp “sünnet” olarak nitelendirilmiştir. Bir kısmında ise diğer üç mezhep arasında farklı görüşler sözkonusudur. Bunların başkalarına yukarıda “Namazın Farzları” başlığı altında değinilmiştir.
Hanefî mezhebine göre, aşağıda anılacak olan vaciplerden birini unutarak terkeden veya geciktiren kişinin sehiv secdesi yapması vaciptir.
1- Namaza, “Allâhu ekber” gibi, “tekbir” ifade eden bir cümle ile başlamak. Bu, çoğunluğa göre farzdır.
2- Namazların tüm rekâtlarında Fatiha sûresini okumak.
Bu, çoğunluğa göre farzdır.
3- Farz namazların ilk iki rekâtında, vacip ve nafile namazların her rekâtında Fâti-ha’dan sonra Kur’ân’dan bir kısa sûre veya buna denk düşecek âyet yahut âyetler okumak (zamm-ı sûre).
Bu, çoğunluğa göre sünnettir.
4- Farz olan kıraati ilk iki rekâtta yerine getirmek.
5- Fâtiha’yı zamm-ı sureden önce okumak.
6- Tek başına kılarken, öğle ve İkindi namazları ile gündüz kılınan nafile namazlarda kıraati hafî yapmak (sadece kendi işiteceği bîr şekilde, sessizce okumak). Sabah, akşam ve yatsı namazları ile gece kılınan namazlarda kişi serbesttir: Dilerse sesli, dilerse sessiz okuyabilir.
7- Cemaatle kılarken (imam için), akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtı ile sabah, vitir, teravih, cuma ve bayram namazlarının tüm rekâtlarında kıraati cehrî yapmak (sesli okumak); buna karşılık akşam namazının üçüncü, yatsı namazının son iki rekâtı ile öğle ve ikindi namazlarının tüm rekâtlarında kıraati hafî yapmak (sessizce okumak). İmama uyan kişi ise okumaz; cehrî namaz ise dinler, hafî namaz ise susar.
8- Secdede alın ile birlikte burnu da yere koymak.
9- Üç ve dört rekâtlı namazlarda ikinci rekâtın sonunda oturmak (ka’de-i ûlâ=ilk oturuş).
10- Namazların gerek ilk oturuşunda (ka’de-i ûiâ) gerekse son oturuşunda
(ka’de-i âhire) teşehhütte bulunmak (Tahıyyât duasını okumak).
11- Namazın sonunda sağ ve sol tarafa selâm vermek (“es-Selâm” kelimesi vacip, “aleyküm ve rahmetullah” kısmı ise sünnettir).
12- Farz olan fiillerin sırasına riâyet etmek (kıyamdan sonra rükûya gitmek, iki secdeyi ardarda yapmak gibi).
13- Farz olan fiili geciktirmemek (meselâ birinci oturuşta teşehhüdü okuduktan sonra üçüncü rekâta “Allâhümme salli alâ Muhammed” diyebilecek kadar bir süre bekleyerek kalkılırsa farz geciktirilmiş sayılır ve sehiv secdesi gerekir).
14-Vitir namazında Kunut duası okumak (Ebû Hanîfe’ye göre vacip; İmameyn’e göre sünnettir).
15- Ramazan ve Kurban bayramı namazlarının her iki rekâtında zait (ilâve) üçer tekbir almak ve ikinci rekâtında rükûya giderken tekbir almak (ikinci rekâtta zait tekbirler rükûdan hemen Önce olduğu için rükûya giderken alınan tekbir de vacip sayılmıştır).
16- Namaz içinde okunan secde âyetinden ötürü tilavet secdesi yapmak.
17- Ta’dil-i erkâna riâyet etmek (bu Ebû Yusuf’a göre farzdır).

G- Namazın Sünnetleri Ve Âdabı

a- Namazın Sünnetleri:
Namazda dinen yapılması farz ve vacip mertebesinde olmaksızın istenen birtakım fiiller vardır ki bunlara “namazın sünnetleri” denir. Bunların terki namazı bozmaz ve sehiv secdesini gerektirmez; fakat bunlara
sürekli riâyet etmek, Hz. Peygamber’in yolunu izlemede titizlik gösterme anlamını taşır. Sünnetler, vacipleri tamamlayıcı özellikte olup, bunların ihlâsla yapılması, vâciplerdeki kusurların telâfisine ve ayrıca sevap kazanılmasına vesile teşkil eder.
Hanefîler’e göre namazın başlıca sünnetleri şunlardır:
1- Beş vakit farz namaz ve cuma namazı için ezan okumak ve kamet getirmek. Bu hüküm erkekler hakkındadır.
2- İftitah tekbirinde elleri -parmak araları tabii açıklıkta olmak üzere- yukarıya doğru kaldırmak. Erkekler iftitah tekbirini alırken ellerini, baş parmakları kulaklarının yumuşaklarına değecek ölçüde, kadınlar ise parmaklarının uçlarını omuzlan hizasına kadar kaldırırlar ve bu vaziyette “Allâhu ekber” derler. Ellerin içi kıbleye dönük tutulur; birbirine dönük de olabilir. Kunut ve (erkekler hakkında) bayram tekbirlerinde de hüküm böyledir.
Diğer üç mezhebe göre, erkekler de ellerini yalnız omuz hizasına kadar kaldırırlar.
3- Kıyamda sağ eli sol elin üzerine koymak. Erkekler sağ elin serçe ve baş parmaklarını sol bileğin iki tarafından halkala-yıp diğer üç parmağı sol kolun dirseği yönünde uzatırlar ve ellerini bu şekilde göbeğin altında tutarlar. Kadınlar ise halka yapmaksızın sağ eli sol elin üzerine koyup göğüsün üzerinde tutarlar.
4- Namazın başlangıcında (iftitah tekbirini takiben) gizlice “Sübhâneke”yİ okumak
5- Sübhâneke’den sonra (Fâtiha’dan önce) gizlice euzü-besmele çekmek.
6- Sübhâneke’nin okunmadığı rekâtlarda Fâtiha’dan önce gizlice besmele çekmek. Her rekâtta Fâtiha’dan önce besmele çekmek bir rivayete göre vaciptir. Fâtiha’dan sonra okunacak surelerin başlarında ise besmele çekilmez; İmâm Muhammed’e göre sessiz kılınan namazlarda bu surelerin başında da besmele çekilir.
7- Fâtiha’nın sonunda gizlice “âmin” demek.
8- Rükûya ve secdelere giderken, secdeden kalkarken tekbir getirmek (“Allâhu ekber” demek) ve rükûdan kıyama kalkarken “semi’allahü limen hamideh” demek. İmama uyan (muktedi) rükûdan kalkarken gizlice “Rabbena leke’l-hamd” veya “Allâhümme Rabbena ve leke’l-hamd” der. Yalnız başına kılan hem “Semi’allahü limen hamideh” hem “Allâhümme Rabbena ve leke’l-hamd” der. Ebû Yusuf ve Muhammed b. Hasen’e göre imam da bunların her ikisini söyler. (Bunlardan birincisi “Allah kendisine hamdedenin hamdini işitir (kabul buyurur)”, ikincisi “Ey Rabbimiz olan Yüce Allah! Hamd da zaten sana mahsustur” anlamındadır.)
9- Rükûda en az üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-azîm” ve secdelerde en az üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ” demek. (Bunlardan birincisi “Ulu Rabbim her türlü eksiklikten münezzehtir”, ikincisi de “Yüce Rabbim her türlü eksiklikten münezzehtir” anlamındadır.)
10- Kıyam halinde iken -bir Özür yoksa-ayakların arasını dört parmak kadar açık bulundurmak.
11- Rükûda incikleri dik ve sırtı düz bulundurmak ve -parmak aralan açık olarak-dizleri tutmak. Bu, erkekler hakkındadır.
Kadınlar ise dizleri bükük ve sırtı biraz yukarıya meyilli tutarlar ve parmak araları açık olmaksızın ellerini dizlerinin üzerine koyarlar.
12- Secdeye giderken önce dizleri, sonra elleri, sonra yüzü yere koymak, secdeden kalkarken de önce yüzü, sonra dizleri sonra da dizlerin üzerine koyarak elleri yerden kaldırmak. Buna gücü yetmeyen el ile yere dayanıp kalkabilir.
13- Secdede karnı uyluklardan, dirsekleri yanlardan ve kolları yerden uzak tutmak. Bu, erkekler hakkındadır. Kadınlar ise kollarını yanlarına bitiştirirler ve karınlarını uyluklarına yapıştırırlar.
14- Ka’de ve celse hallerinde (otururken), sağ ayağı olabildiğince -Kıble’ye doğru- dikmek ve sol ayağı yatırıp üzerine oturmak. Bu, erkekler hakkındadır. Kadınlar ise sol ve sağ ayaklarını sağ tarafa yatırıp yere otururlar, ki buna “teverrük” adı verilir.
15- Ka’de ve celse hallerinde (otururken) elleri Kıble’ye karşı bir durumda olmak üzere uyluklar üzerine koyup dizleri tutmak.
16- Ka’delerde Tahıyyât duasının sonunda “lâilâhe” derken sağ elin şehadet parmağını kaldırıp “illallah” derken indirmek. Bunu yaparken baş parmak ile orta parmak halka yapılır ve diğer iki parmak bükülür. Bazı bilginler bu sünnetin -yerli yerince yapılamaması sebebiyle- terkedilmesini uygun bulmuşlardır.
17- Farz namazların, vitir namazının ve sünnet-i müekkede namazların son ka’deleri İle gayr-ı müekkede sünnet ve nafile namazların her ka’desinde Tahıyyât’tan sonra Hz. Peygamber’e salâtü selâm okumak.
18- Bütün namazların son ka’delerinde salatü selâmdan sonra ve selâm vermeden önce Kur’ân-ı Kerîm’de veya hadislerde yer alan “dua” ifadelerini kullanarak dua okumak.
19- Namazın sonunda selâm verirken yüzü önce sağ, sonra sol tarafa çevirmek.
20- İmamın, tekbirleri, rükûdan kalkarken söylenen “semi’allahü limen hamideh
cümlesini ve namazın sonunda iki kez tekrarlanan selâm cümlesini ihtiyaç ölçüsünde sesli okuması.
21- Fâtiha’dan sonra okunacak kıraatin (surenin), sabah ve öğle namazlarında uzun, ikindi yatsı namazlarında orta, akşam namazında ise kısa surelerden olması. Bu hüküm mukim hakkındadır. Uzun surelerden (“tıvâlu’l-mufassal”dan) maksat Hucurât ile Bürûc sûreleri arasındaki, orta surelerden (“evsâtu’l-mufassal”dan) maksat Târik ile Beyyine sûreleri arasındaki, kısa surelerden (“kısaru’l-mufassal”dan) maksat da Zilzâl ile Nâs sûreleri arasındaki surelerdir.
22- Önünden geçilmesi ihtimali varsa önüne sütre koymak.

b- Namazın Âdabı:

Hanefî mezhebine göre namazın âdabından sayılan (yapılması sevap kazandıran ve sünnetleri tamamlayıcı kabul edilen) başlıca hususlar şunlardır:
1- Namazda bâtınen kulluk teslimiyeti içinde olmanın yanısıra zahiren de huşu ve tevazu halini korumaya özen göstermek; bu cümleden olmak üzere uzun yenli cübbe veya elbise giymiş olan erkeklerin iftitah tekbirini alırken ellerini yenlerinden dışarı çıkarmaları.
2- Kıyam halinde iken secde yerine, rü-kûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, ka’dede kucağa, selâm verirken sağ ve sol omuz başlarına bakmak suretiyle kendini sırf ibadete vermek ve namazın dışındaki şeylerle meşguliyetten korunmak.
3- Rükûdaki ve secdelerdeki teşbihleri üç defadan fazla okumak (bu hüküm tekbaşına kalan hakkındadır).
4- Namazda öksürük vb. şeyleri, olabildiğince gidermeye çalışmak; esneme halinde agızı fazla açmamaya gayret etmek ve gerekiyorsa elle kapamak.
5- Cemaatle namazda, kamet getirilirken “hayya alâ’l-felâh” dendiğinde ayağa kalkmak ve “kad kameti’s-salât” dendiğinde imamın namaza başlaması. (Ebû Yusuf’a ve Hanefîler dışındaki üç mezhebe göre ise namaza kamet bittikten sonra başlanmalıdır.)

H- Namazın Mekruhları

Namazda yapılması dinen hoş karşılanmayan davranışlara “namazın mekruhları” denir. Namazın kılındığı yer, namazda giyilen elbise vb. ye ilişkin olup dinen hoş karşılanmayan durumlar da bu kapsamda incelenmiştir. Kural olarak namazın sünnetlerini terketmek mekruhtur. Bununla birlikte fıkıh kitaplarında namazda mekruh olan bazı hususlara özel olarak değinilmiştir. Hanefî mezhebine göre namazın mekruhlarından sayılan başlıca hususlar şunlardır:
1- Namazı bozacak ölçüde çok (amel-i kesir) olmamakla beraber, bir zarann savılması veya namazın ikmali amacını taşımayan namaz dışı hareketlerde bulunmak. Meselâ alnın secde mahalline yerleşmesini engelleyen (sarık vb.) şeyleri çekmek için yapılan hareket namazın ikmali amacı taşıdığından, akrep vb. haşeratı öldürmek zararı savmak için yapıldığından mekruh değildir. Buna karşılık, özürsüz yere birkaç adım yürümek, parmak çıtlatmak, güzel bir şeyi koklamak, giysinin kolunu kıvırmak, sinek vb, haşeratla meşgul olmak gibi hareketler mekruhtur.
2- Namaza ilişkin fiilleri özürsüz yere, namazın sünnet ve âdabına uymaksızın yerine getirmek. Meselâ bir özrü olmaksızın, direğe veya duvara dayanmak, daha dizleri yere koymadan elleri yere koymak veya secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak, oturuşlar esnasında bağdaş kurmak veya dizleri dikmek, kıyam esnasında elleri yana salıvermek, (erkekler için) secde esnasında kolları tamamıyla yere döşemek böyledir.
3- Namazda esnemek, gerinmek ve mecbur olmadıkça Öksürmek. Ağzını yumamayacak kadar esneme halinde sağ elin arkası (namaz dışında sol elin arkası) ile ağız kapatılmalıdır.
4- Namazda iken verilen selâmı el veya baş işaretiyle almak.
5- Namazda huşuyu arttırma veya kötü bir şeyi görmekten sakınma gibi bir amaçla olmaksızın gözleri yummak, yine gözleri göğe yahut sağa-sola çevirmek.
6- Abdesti sıkıştığı halde bu şekilde namaz kılmak.
7- Elbise, vücut veya namaz mahallinde namazın geçerliliğine engel olmayacak ölçüde necaset bulunduğu halde ve dinen necis sayılmamakla beraber kirli elbiseyle namaz kılmak.
8- Namazda iken, dişlerin arasında kalan -ve yutulması namazı bozmayacak kadar olan- yemek kırıntısını yutmak (Namazı bozacak miktar, nohut tanesi kadar ve daha büyük olan şeklinde belirlenmiştir).
9- Temiz olmayan şeylere karşı ve bunların yakınında, kişinin kendini ibadete vermesini engelleyecek ve zihnini meşgul edecek yerlerde namaz kılmak. Ateşe ve puta tapma inancını çağrıştırması düşüncesinden hareketle kor ateşe, insan veya hayvan tasviri taşıyan resim ve heykele karşı namaz kılınması da mekruh sayılmıştır.
10- Başkasının yerinde veya başkasının elbisesiyle rızası olmaksızın namaz kılmak.

I- Namazı Bozan Durumlar

Meşru bir amelin rükünlerinde veya şart-larındaki eksiklik onu geçersiz kılar. Eğer amel ibadetlerden ise, eksiklik ister rükünlerde ister şartlarda olsun, bu geçersizlik haline eşanlamlı olmak üzere “butlan” veya “fesad”, geçersiz ibadete de “bâtıl” veya “fâsid” denir.
Namazın da rükünlerinden veya sıhhat şartlarından biri eksik ise bu bâtıl (=fâsid) olarak nitelendirilir. Bir de namaz esnasında yapılmaması (kaçınılması) gereken durumlar vardır ki, bunlara “müfsidâtü’s-saiât” denir. Namazı bozan durumlardan birinin bulunması halinde de namaz geçersiz hale gelir.
Hanefî mezhebine göre namazı bozan başlıca durumlar şunlardır:
1- Konuşmak. İster bilerek, ister yanlışlıkla İsterse namazda olduğunu unutarak çok kısa da olsa- dünya kelamı söylemek namazı bozar. Buna göre, “Allahümme’fu annî ve’r-zuknî” (Allahım! Beni bağışla ve bana rızık ihsan eyle) gibi Kur’ân’da ve hadislerde bulunan dualar namazı bozmamakla beraber, “Allahümme’lbisni” (Allahım! Bana elbise ver) gibi beşer sözünden ifadelerle yapılan dua namazı bozar. Yine, sözlü olarak selam verme ve alma, cevap kasdıyla ve cevap şekli içinde olması halinde aksırana “yerhamükellah” denmesi, Rasûlullah’ın anılmasına karşılık salavat getirilmesi vb. sözler de namazı bozar.
2- Dünyevî bir sebeple sesli olarak ağlamak, harfler belli olacak şekilde (ah, vah gibi) İnlemek veya (uf, tuh gibi) bezginlik göstermek, toz vb. şeylere üflemek. İbadet aşkı, uhrevi düşünceler yahut dayanılmaz bir hastalık sebebiyle ağlama ve inleme ise namazı bozmaz.
3- Geçerli bir özrü olmaksızın Öksürmek. Herhangi bir zorlama olmaksızın tabii bir şekilde gelen öksürük namazı bozmayacağı gibi, (mezhepte sahih sayılan görüşe göre) sesteki hırıltıyı gidermek, sesi güzelleştirme, namazda olduğunu bildirme, uyduğu imamın yanlış okuduğunu ikaz etme gibi sebeplerle öksürme de namazı bozmaz.
4- Amel-i kesir (namazla bağdaşmayacak ölçüde namaz dışı fiilde bulunmak).
5- Yemek, içmek. Dışarıdan ağıza giren susam tanesi kadar küçük bir şey yahut bir katre su dahi olsa bunu yutmak namazı bozar. Fakat dişler arasında kalmış bulunan nohut tanesinden küçük bir şeyi yutmak namazı bozmaz. Yine, ağız dolusu olmayan bir kusuntu tutulamayıp geri gitse bundan dolayı da namaz bozulmaz.
6- Öğrenme niteliğinde okuma. Namazda iken göze ilişen bir kitaba veya yazıya bakma ile (sahih sayılan görüşe göre) namaz bozulmaz ise de, karşısındaki mushaftan -daha önce ezbere bilmediği— bir âyeti okumakla İmâm Ebû Hanîfe’ye göre namaz bozulur, çünkü bu öğrenme niteliğindedir. İmameyne göre ise bu durumda namaz bozulmamakla beraber, Ehl-i kitab’a benzeyiş sebebiyle mekruhtur (Hanbelîler’e göre ezbere bilen için mekruh olmakla beraber, namaz esnasında mushaftan okumak caizdir.)
7- Sesli olarak gülmek. Kendisinin duyacağı kadar olursa yalnız namaz, yakındakilerin de duyabileceği kadar olursa hem abdest hem namaz bozulur. (Çoğunluğa göre abdest bozulmaz.)
Namazın farzları ve cemaatle namazın gerekleri çerçevesindeki İhlâller burada ayrıca anılmamıştır.

İ- Namazdan Sonra Zikir Ve Dua

Namazdan sonra Hz. Peygamber’den nakledilen şekiller içinde Allah’ı zikredip O’ndan mağfiret dilemek ve duada bulunmak sünnettir. Bu, farzdan sonra sünnet yoksa farzı takiben, son sünnet varsa bunu kıldıktan sonra yerine getirilir. Namazı takiben yapılacak zikir ve istiğfarın namazın eksiklerini telafi etmesi umulur. Dua da Yüce Allah’a yaklaşma, sevap ve ecir elde etme yolunda çok önemli bir adımdır.
Hz. Peygamber’den namazdan sonraki zikir, istiğfar ve dua ile ilgili olarak değişik uygulamalar nakledilmiştir. Bu hususta şöyle bir özet verilebilir (ki ülkemizde genellikle buna yakın biryol izlenegelmiştir):
Selamı takiben üç defa İstiğfar cümlesi (“Estağfirullahe’l-azim’ellezi lâ ilahe illâ hüve’l-hayyul-kayyûm”) okunduktan sonra, “Allâhümme ente’s-selâm’ü ve minke’s-selâm, tebârakte yâ ze’l-celali ve’l-ikrâm” denir. Ardından Âyetü’l-Kürsî (ve vakit elverirse İhlâs sûresi ile Muavvizeteyn diye bilinen sureler) okunur. Sonra otuzüçer defa “Sübhânellah”, “Elhamdülillah” ve “Allâhu Ekber” denir, ardından da şu cümleler okunur: “La ilahe illâllahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamd. Yuhyî ve yümît. Ve hüve alâ külli şey’İn kadir”.
En sonunda kişi, dua âdabı çerçevesinde kendisi ve tüm müminler için dünya ve ahiret hayırlarını dileyen bir duada bulunur.

J- Namazın Kılınışı (Uygulama)

Aşağıda (sabah namazının farzı veya sünneti gibi) iki rekâtlı bir namaz örnek alınarak, Hanefî mezhebine göre farz, vacip, sünnet ve âdabı ile namazın nasıl kılınacağı açıklanacaktır.
Namaz için gerekli temizlik (hadesten taharet ve necasetten taharet) hazırlığı tamamlandıktan ve örtülmesi gerekli yerler örtüldükten (setr-i avretten) sonra kıbleye yönelip hangi namaz kılınacaksa ona niyet edilir. Eller başparmaklar kulakların yumuşaklarına değecek şekilde kaldırılır. “Allâhu Ekber” denerek namaza başlanır. Sağ el sol el üzerine konur; sağ elin serçe ve başparmakları sol bileğin iki tarafından halkalanıp diğer üç parmak sol kolun dirseği yönünde uzatılır; eller bu şekilde göbeğin altında tutulur. (Kadınlar halka yapmaksızın sağ eli sol elin üzerine koyup göğsün üzerinde tutarlar. Başlangıç tekbirini takiben “Sübhâneke”, “Euzü-Besmele”, {sonunda “âmîn” denerek) “Fatiha” ve ayrıca Kur’ân’dan bir miktar (zamm-ı sûre) okunur. (Kıyamda iken -bir Özür yoksa- ayakların arası dört parmak kadar açık bulundurulur.) Sonra “Allâhu Ekber” diyerek rükûya gidilir. Rükûda dizler -parmaklar aralıklı olmak üzere- ellerle kavranır, dizler ve dirsekler bükülmeden dik tutulur; baş ve sırt bir hizada bulundurulur. Rükûda en az üç kez “Sübhâne Rabbiye’l-azîm” denir. Sonra “Semi’allahü limen hamiden” diyerek doğrulunur ve doğrulunca “Rabbena leke’l-hamd” (veya “Allâhümme Rabbena ve leke’l-hamd”) denir. Secdeye gitmeden önce hiç değilse “Sübhânellahi’-azîm” denecek kadar-eller yana salınmış vaziyette- ayakta durulur ki buna “kaveme” adı verilir. Sonra “Allâhu Ekber” diyerek secdeye gidilir. Secdeye giderken -bir özür olmadıkça- yere önce dizler sonra eller, sonra da yüz iki elin arasında bulundurularak alın ve burun değecek şekilde konur. Secdede karın uyluklardan, kollar koltuklardan uzak tutulur ve yere konmaz. Bu esnada el parmakları araları açık olmaksızın kıbleye yönelik tutulur, ayak parmakları da yere değer ve hiç değilse birkaçı kıbleye dönük vaziyette bulundurulur. Secdede en az üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ” denir. Sonra “Allâhu Ekber” deyip oturulur. İkinci secdeye gitmeden önce hiç değilse “Sübhânellahi’l-azîm” denebilecek kadar oturulur ki, buna “celse” adı verilir. Sonra “Allâhu Ekber” diyerek ikinci secdeye gidilir; bu da birinci secde gibi yerine getirildikten sonra “Allâhu Ekber” diyerek ayağa kalkılır. Secdeden kıyama (ayağa) kalkılırken Önce baş, sonra eller, daha sonra dizler kaldırılır. Ellerin dizlere dayanılarak kalkılmasmda sakınca olmamakla beraber, Özürsüz yere elleri yere dayandırarak kalkmak mekruhtur. Kıyamda eller bağlanıp sadece besmele çekilerek Fatiha ve zamm-ı sûre okunur. Aynı birinci rekatta olduğu gibi rükû, kaveme, iki secde (ve secdelerarası celse) yapılıp oturulur. Buna ka’de adı verilir. {Daha sonra kılınacak rekât veya rekâtlar varsa bu ka’de-i ûlâ= ilk oturuş, yoksa ka’de-i âhire = son oturuş diye anılır. Örneğimizde son oturuş esas alınmış olacaktır.) Bu oturuş esnasında “Tahıyyât”, salavât ve dua okunur. Gerek celse gerekse ka’delerde (otururken), sağ ayak olabildigince -kıbleye doğru- dikilir ve sol ayak yatırılıp üzerine oturulur. Belirtilen dualar okunduktan sonra “Esselamü aleyküm ve rahmetullah” diyerek önce sağ sonra sol tarafa selâm verilir ve namaz tamamlanmış olur.

BENZER KONULAR:

Dini Site

DiniSite.tr, İslam diniyle ilgili güvenilir ve derinlemesine bilgiye ulaşmak isteyenler için hazırlanmış bir platformdur. Bu site, İslami değerler, ibadetler, ahlaki öğretiler ve toplumsal konular üzerine kapsamlı içerik sunarak, Müslümanların hem günlük yaşamlarına hem de manevi gelişimlerine rehberlik etmeyi amaçlamaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu