Aile Hayatı
Kur’ân-ı Kerîm, erkek ve kadının bu dünyadaki yalnızlığının karşı cins ile giderildiğini belirtmektedir: “Kendileriyle huzur bulmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi O’nun kudretinin alâmetlerindendir. Bunda düşünen bir topluluk için işaretler vardır.” (er-Rûm, 30/21). Fakat bu rahatlama ve sükûnet bulmayı sadece cinsel ihtiyacın karşılanması ve zevk alma anlamında değerlendirmek uygun değildir. Böyle bir yaklaşım, insanın ruhî ve mânevî boyutlarının ihmal edilerek sadece bedenî ihtiyaçlarıyla tanıtılması anlamına gelir. Evlenme ve aile hayatı eşlerin düzenli ve meşrû tarzda cinsel ihtiyaçlarını karşılaması kadar birbirlerine maddî ve mânevî destek olarak hayat arkadaşlığı kurmasına da vesile olduğundan çok yönlü yarar ve hikmetler taşır. Âyette de bu farklı yönlere işaret vardır. Her iki yön ile irtibatı bulunan üçüncü bir nokta ise, aile hayatının bütün canlıların tabiatlarında saklı bulunan “neslini devam ettirme” güdüsünü en tabii ve mâkul biçimde karşılıyor olmasıdır. İşte evlilik kurumunu ve aile hayatını, bu üç yönün meşrû ve mâruf olarak, yani dinin ve aklın yadırgamadığı ilkeler ve kurallar çerçevesinde karşılanması şeklinde değerlendirmek gerekir. Meşrû bir evlilik içerisinde insan bu üç ihtiyacını da karşılama imkânını elde eder. Bu sebeple evlilik kurumu, kısaca değinilen
bu üç yönlü arzu ve isteklerin insanlık onuruna uygun tarzda ve meşrû bir şekilde tatmini amacına yönelik ola rak tarih boyunca değişik din, kültür ve medeniyetlerde -farklı şekil ve kurallarla da olsa- tanınan ve toplumun çekirdeği olarak varlığını koruyan bir kurum olmuştur.
İslam dini evlilik kurumuna ilişkin düzenlemeler yaparken öncelikle evliliğin anılan bu üç yönünü dikkate almış ve bunun meşrû ve mâruf dairede nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin belirlemeler getirmiştir. Zina yasağı ve bunun suç telakki edilerek ağır cezalara çarptırılması, aynı şekilde iffeti lekelemeye yönelik iftiranın aynı zamanda suç sayılıp buna da dünyevî ceza tertip edilmesi bu yönde atılan adımların en köklüsüdür. Bu suretle gayri meşrû ve nikâhsız beraberlikler çirkin görülerek yasaklanmış ve evlenme teşvik edilmiştir. Bundan son raki adım, evlenmeye ilişkin bazı sınırlama ve kayıtların getirilmesidir. Bu arada evlenilmesi haram olan kadınlar (muharremât) Kur’an’da ayrıntılı olarak sayılmış (en Nisa, 4/22-23) ve aile hayatına ilişkin bazı hükümler sevk edilmiştir. Kur’an âyetlerinin aile hayatına ve aile içi ilişkilere yönelik düzenlemeleri hukukî nitelikler de taşı makla birlikte daha çok dinî ve ahlâki boyuttadır.
https://www.dinisite.tr/kategori/aile/
Kur’an bir yandan insanları evliliğe teşvik, diğer taraftan evliliğin çeşitli fayda ve hikmetlerine işaret eder (en-Nisa, 4/3, 24; en-Nahl, 16/72; er-Rûm, 30/21), evli ligi kocanın karısına verdiği “sağlam bir teminat” olarak nitelendirir (en-Nisa, 4/21); kadının kocası, kocanın da karısı üzerinde birtakım haklarının bulunduğunu bildirmekle birlikte (el-Bakara, 2/228, 233; en-Nisa, 4/4, 20 21; et-Talak, 65/7) bu hakların ne olduğu konusunda ayrıntıya girmek yerine “maruf” ölçütünü getirir. Mâruf, ilâhî beyan yanında, Islâm toplumunun anlayış, ihtiyaç ve geleneği çerçevesinde oluşan, gerektiğinde değişen ve gelişen bir ölçüttur. Evet, Kur’an prensip itibarıyla erkeklere kadınlarla iyi geçinmeyi tavsiye ederek (en-Nisâ, 4/19), evlilik bağının korunmasında kocaya daha ağır bir sorumluluk yükler (en-Nisa, 4/34). Taraflar arasın da geçimsizlik olduğunda da taraflara sabır ve hoşgörüyü öğütler (en-Nisa, 4/19, 34), topluma da hakemler vasıtasıyla eşlerin arasını bulma görevi yükler (en-Nisa, 4/35). Geçinme imkânı yoksa güzellikle ayrılmayı, karşılıklı olarak haklara saygı göstermeyi ister (et-Talâk, 65/1-2, 6-7).
Görüldüğü kadarıyla Kur’an, aile hayatını karşılıklı an layış ve olgunlukla yürütülecek insanî bir müessese say dığından aile fertlerinin hak ve görevlerini net çizgilerle belirtmemiş, evliliğin hukukî çatısı ve sonuçları üzerinde ayrıntıya girmemiş, her zaman olduğu gibi bu konuda da taraflarda temel insanî ve ahlâkî erdemlerin oluşmasını, kişilerin Allah’tan çekinir, kuldan utanır bir sorumluluk bilincine ulaşmasını aile hayatının sağlam kurulması ve iyi işlemesi için vazgeçilmez bir ön şart olarak tanıtmıştır. Gerçekten de insanî ve hukukî ilişkilerin sağlıklı bir çizgide seyredebilmesi ancak böyle sağlam bir zeminde mümkün olabilir. Çünkü toplum ve hukuk düzeni taraf ların arasına alışveriş, ödünç, kiralama gibi borç ilişkile rinde pek giremediğine, aksaklıklara ancak dışa aksetti ginde muttali olup müdahale edebildiğine göre, evlilik gibi kendine has insanî yönleri, gizlilik ve mahremiyetleri bulunan bir müesseseyi dıştan müdahale ile iyileştirme âdeta imkânsızdır ve çoğu zaman da geç kalmış bir mü dahale olduğundan sonuçsuz kalır.
Burada önemli olan, problemi doğduktan ve aleniyet kazandıktan sonra çözmek değil, o problemin doğmasına fırsat vermemek veya ilk kademelerde sıkıntıyı giderebil mektir. Bu da doğrudan doğruya tarafların şahsiyetleriyle, insani ve ahlâkî meziyetlerinin gelişmişliğiyle alakalı bir meseledir. Bunun için de Kur’an ve Sünnet’in aile hayatına ilişkin belirleme ve önerilerinde yönü, hukukî olaya değil, taraflaradır; onların bu sorumluluğu üstle nebilecek ve dengeli şekilde götürebilecek yeterli kıvama kavuşmasıdır. Bu gerçekleştikten sonra hukukî kurallar ve ilişkilerin şekil yönü fazla önem taşımayabilir. Tarih boyunca Islâm toplumlarında aile hayatına ilişkin hukukî kurallar ve toplumsal telakkiler ne yönde gelişirse geliş sin aile hayatının genelde sağlam temeller üzerine kurul muş ve sağlıklı bir işleyiş göstermiş olmasının temelinde de bu yatar.
Islâm hukukçuları kadın-erkek ilişkisinin, fitri ve doğal ihtiyaç boyutlarını Kur’an’da çerçevesi çizilen ve esa sen bu ihtiyaçların temiz ve nezih bir şekilde karşılan masını hedefleyen ahlâk ilkelerine uygun olarak çeşitli hukuki düzenlemeler yapmışlar, evlenme ve boşanmayı, aile fertlerinin karşılıklı hak ve görevlerini, konunun top lumu ve hukuk düzenini ilgilendiren yönlerini en ince ayrıntısına kadar belirlemeye çalışan bir hukuk doktri ni geliştirmişlerdir. Onların bu düzenlemeleri yaparken konuyla ilgili olarak Kur’an ve Sünnet’te yer alan emir ve tavsiyelerin yanı sıra içinde yaşadıkları toplumun örf, ådet ve telakkilerini de dikkate aldıkları kuşkusuzdur. Bu itibarla klasik doktrinde aile hukukuna ve aile hayatına ilişkin bilgi ve görüşler izlenirken bu noktanın göz önün de tutulması yararlı olur.
Son dönemlerde modern anlayış ve yaklaşımların da etkisiyle evlenme akdinin şekil şartları, evlilikte mal reji mi, aile reisliği, boşama yetkisi gibi konular tartışılmaya, bu konularda klasik fikih doktrinindeki görüşlerin veya çağdaş telakki ve uygulamaların değişmez nihaî değer ve hedefler olup olmadığı karşılıklı olarak öne sürülmeye başlanmıştır. Bu tür iddiaların bütün yönleriyle ele alı nip tartışılması ve sonuca bağlanması bu ilmihalin ama cını ve hacmini aşar. Bununla birlikte, bu tür konuları soğukkanlı bir şekilde tartışma imkânı bulunduğunu, bunların dinin dogmatik önermeleri olarak değil, temel ilke ve amaçların belli zaman ve zemin şartları içinde ger çekleştirilmesini en güzel bir şekilde sağlamaya yönelik düzenlemeler olduğunu düşünmek mümkün ve belki daha doğrudur. Öte yandan çağdaş toplumların uygulamalarını da tek değer ve ölçü almak insanlığın gelişim ve değişim çizgisini görmezden gelmek, toplumsal realiteye takılıp kalmak; bilim ve dinin, akıl ve düşüncenin bu konularda yapabileceği olumlu katkıyı peşinen inkâr etmek anlamına gelir.
Bundan sonraki başlıklar altında, aile hayatına ilişkin olarak İslâm hukukunun klasik doktrininde yer alan hükümler, kural ve öneriler ele alınacak ve bu bağlamda tarihî sürece ve günümüz problemlerine temas edilecektir. Hemen ifade edelim ki Islâm hukukunun klasik doktrininde yer alan bu bilgilerin bir kısmı konuyla ilgili bir âyet ve hadisin yorum ve uygulaması, daha büyük bir diğer kısmı da Müslüman toplumların tarihsel tecrübe si, uzun bir zaman diliminde oluşan ve içinde bulunulan şartlarla sıkı bağlantısı olan bilgi birikimi (ictihad) niteliğindedir.
BENZER KONULAR: