Tarih

Hz Muhammed

Hz. Muhammed'in peygamberlik yönleri nelerdir?

MUHAMMED (S.A.V)’İN PEYGAMBERLİĞİ

ALLAH’IN RESÜLÜNE VAHYİN GELMEYE BAŞLAMASI RESÛLÜLLAH (S.A.V’IN GİZLİCE İSLAM’A ÇAĞIRMASI RESULULLAH (S.A.V) IN DAVETİ AÇIĞA VURMASI – KUREYŞ’İN RESÛLÜLLAH (SAV)A KARŞI DİRENMESİ – RESÛLÜLLAH (S.A.V’I TEHDİT – RESÜLÜLLAH (S.A.V)’I KANDIRMA GAYRETİ.

ALLAH’IN RESÜLÜNE VAHYİN GELMEYE BAŞLAMASI

Muhammed (s.a.v) kırk yaşına girince, Allah (c.c) onu, insanlığa bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdi. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: «(Habîbim), seni (rahmetimizin) müjdeci(si, azabımızın) haberci(si ve) bütün insanların peygamberi olmaktan başka (bir sıfatla) göndermedik. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.»

Vahiy; ilk defa sâdıkrüyâ ile başladı. Gördüğü her rüyâ, gördüğü gibi zûhur ederdi. Sonra, kavmini putlara olan kulluklarından ve onlara yaptıkları secdeden dolayı apaçık bir sapıklıkta gördüğü için onlardan uzak laşıp yalnız başına kalma hâlet-i rûhiyyesi kendisine sevdirildi. Allah’ın kendisine vahyetme zamanı yaklaştıkça, onun da yalnızlığa olan arzûsu şiddetleniyordu. Yalnızlığı için Hirâ denilen mağarayı seçti. Birçok ge celer, orada kalıp ibâdet yapmaya başladı. Bazen on gece, bazen da bir aya yakın bir zaman orada kalırdı. İbâdetini İbrahim (a.s)’in dinine göre yapıyordu. Uzun geceler mağarada kalabilmek için yanına azık alıyordu.

Azığı bitince ailesinin yanına dönüyor, ibâdet için yeniden azıklanıyordu. HirâNûr mağarasında bulunduğu bir sırada kendisine vahy geldi:

Melek ona geldi ve : – Oku! dedi.

O:- Ben okumak bilmem, dedi.

Sonra Resûlüllah (s.a.v) devamla diyor ki:

– Sonra melek beni tuttu ve şiddetle sıktı. Tâkatım kesildi, beni bıraktı

– Oku! dedi. ve :

Ben: – Okumak bilmem, dedim.

Beni ikinci defa tuttu ve sıktı, tâkatım kesildi, sonra beni bıraktı ve:

– Oku! dedi.

Ben : Okumak bilmiyorum, dedim.

Üçüncü defa beni tuttu, şiddetle sıktı, bıraktı ve nihâyet şu âyetleri okudu;

«Yaratan Rabbinin adıyle oku.

O, insanı bir kan pıhtısından yarattı.

Oku, Rabbin nihâyetsiz kerem sahibidir.

Ki, O, kalemle öğretendir.

İnsana bilmediğini O öğretti.»

Resûlüllah (s.a.v), titreyerek ailesine döndü. Hatice’nin yanına girip şöyle dedi:

– Beni örtün, beni örtün! Onu örttüler, nihâyet korkusu gitti. Gördüklerini Hz. Hatice’ye anlatıp şöyle dedi:

Kendimden endişe ediyorum. –

Hatice (r.a):

– Asla! Yemin olsan ki Allah, seni yüzüstü bırakmayacaktır. Çünkü sen; akrabaya yardım edersin, misafire ikramda bulunursun, ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderirsin, yoksulu giydirirsin, musibetlere uğrayanlara yardım edersin.

Sonra Hatice, Resûlüllah (s.a.v)’ı alıp amcasının oğlu Varaka bin Nevfel’e getirdi. Varaka bin Nevfel; Cahiliyyet devrinde hıristiyanlaşmış, İncil’i bilen, oldukça yaşlı ve âmâ bir zâtti. Hatice ona :

– Ey amcamın oğlu! Kardeşinin oğlunu dinle, dedi.

Varaka bin Nevfel, Resûlüllah (s.a.v)’a

– Ey kardeşimin oğlu! Ne gördün? dedi. Resûlüllah (s.a.v) da gördüklerini ona haber verdi. Bunun üzerine

Varaka:

– Bu gördüğün; Allah’ın Hz. Mûsâ (a.s)’ya gönderdiği Cebrail (a.s)dir. Ah, sana peygamberlik geldiği zaman genç olsam, kavmin seni çıkaracağı zaman hayatta bulunsam, dedi..

Resûlüllah (s.a.v) :

– Onlar, beni Mekke’den çıkaracaklar mı? dedi.

Varaka:

Evet, senin getirdiğini getiren hiçbir kimse yoktur ki, düşmanlığa uğramasın. Şayet ben, senin gününe yetişirsem, sana ciddi bir şekilde yar dım edeceğim, dedi.

Fakat kısa bir zaman sonra Varaka vefat etti. Vahiy de bir ara kesili verdi. Vahyin kesilişi 40 gün devam ettikten sonra, arka arkaya gelmeye devam etti.

İslam

RESULULLAH (S.A.V)’IN GİZLİCE İSLÂM’A ÇAĞIRMASI

Resûlüllah (s.a.v), Allah’ın emirlerini yerine getirmeye ve insanlardan ansızın meydana gelecek nahoş bir hâlle karşılaşmaktan endişe ederek, insanları gizli olarak, Allah’a kulluk etmeye çağırıyordu. Kendisine ilk

îman eden şahsiyetler şunlardır:

Huveylid’in kızı zevcesi Hatice, Ebu Talib’in oğlu Ali, Ebu Bekir,

Zeyd İbni Harise.

İleri gelenlerden ve alt tabakadan bir kısmı da, işin başında İslâm dâvetineicâbet etti: Osman İbni Affan, ZübeyrİbniAvvam, Abdurrahman İbniAvf, Abdullah İbniMes’ûd, Sa’dİbniEbiVakkas, Talha İbni Ubeydullah, Ebu Zerr, Suheyb-i Rûmi ve diğerleri gibi.

Bunlar, Islâm’a ilk girenlerdir. Bu girişte ne büyük bir fedakârlık vardır. Rivayet olunduğuna göre; Kureyş’in reislerinden olan Ebu Cehl, şeref ve kuvvet sahibi olan bir kimsenin İslâm’a girdiğini duyunca hemen ona koşar, onu kınar, aşağılar ve şöyle derdi:

– Babanın dinini terk ettin. Halbuki o, senden hayırlı idi. Seni akılsızlıkla, görüşünün isâbetsizliğiyle ve şerefinin düşüklüğüyle itham edeceğim.

İslâm’a giren şayet tüccarsa; «malını yok edeceğiz, ticaretini baltalaya cağız» derdi. Eğer zayıf ise; onu döver ve dövülmesini teşvik ederdi.

Müslümanların gördükleri işkenceler; -kasıtlı kimselerin sandıklarınin aksine – İslâm’ın kılınç zoruyla yayılmadığına dair en büyük deliller den birisidir. Resûlüllah (s.a.v) maddi bir kuvvetin sahibi değildi ki onları zorla İslâm’a soksun. Tam aksine o ve ona tâbi olanlar, îmanları sebebiyle Kureyş’in çeşitli işkencelerine mâruz kalmışlardı. Nitekim bu husustaki izah, daha sonra gelecektir.

RESÜLÜLLAH (S.A.V)’IN DÂVETİ AÇIĞA VURMASI

Resûlüllah (s.a.v) vahyin başlangıcından itibaren üç sene, gizlice İslâm’a çağırmaya devam etti. Nihâyet Cenâb-ı Hak, şu âyetiyle, dinini açıkça ilân etmesini kendisine emretti: «Şimdi sen, ne ile emrolunuyorsan (kafalarını çatlatırcasına) apaçık bildir. Şirk koşanlara aldırış etme.

Resûlüllah (s.a.v), Rabbinin emrine uyarak Safâ tepesine çıktı ve: – Ey ahali! diye seslenmeye başladı. Halkın bir kısmı:

– Bu bağıran kimdir? diye sormaya başladı. Bilenler:

– Bu, Muhammed (s.a.v)’dir, dediler.

Resûlüllah (s.a.v):

– Ey falanca oğulları, ey Abdülmuttalib’in oğulları, ey Abd-i Menâf’ın oğulları, diye nidâ etti. Duyanlar, etrafında toplandı.

Resûlüllah (s.a.v) onlara :

– Söyleyin bakalım; şu dağın arkasından bir süvari birliği sizi vurmak üzere çıkmış geliyor diye haber versem, beni tasdik eder misiniz? dedi.

Onlar:

– Biz senin, yalan söylediğine hiçbir zaman şahid olmadık, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v):

Ben, gelecek olan çetin bir azabın varlığını haber vererek sizi uyarıyorum, dedi.

Ebu Leheb:

Mahvolasın! Sen bizi, bunun için mi burada topladın? dedi ve yerinden ayrıldı. Bu hadise dolayısiyle Tebbet Sûresi» nâzil oldu. Sonra Cenâb-ı Hak, Peygamberine şu emri verdi;

«Sen (ilkin) en yakın akrabalarını uyar. Sana tâbi olan mü’minlere şefkatli ve mütevazi ol.»

Bu emri alan Resûlüllah (s.a.v) akrabalarını toplayarak onlara şöyle dedi:

«Hiç şüphesiz, kılavuz ehline yalan söylemez. Allah’a yemin olsun ki, bütün insanlar yalan söylese, ben size yalan söylemem. Bütün in sanlar hile yapsa, ben size hile yapmam. Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah’a yemin olsun ki; O, beni size ve bütün insanlara peygamber olarak gönderdi. Allah’a andolsun ki; uyuduğunuz şekilde öle ceksiniz.Uyandığınız şekilde de dirileceksiniz. Hiç şüphesiz, yaptık- larınızdan dolayı hesaba çekileceksiniz. İyiliğin karşılığında iyilikle mükâfatlanacaksınız. Kötülüğün karşılığında da kötülükle cezalandı rilacaksınız. Sonuç: Ya ebedi Cennet veya sonsuz Cehennem’dir.»

Bu sözleri duyan akrabalarından amcası Ebu Leheb müstesna, hepsi hoş sözler söylediler.

KUREYŞ’İN RESULULLAH (S.A.V)’A KARŞI DİRENMESİ

Araplar, İslâm’dan önce Mescid-i Haram’daki putlara tapıyorlardı.

Taptıkları; hiçbir zararı gideremeyen ve hiçbir menfaat sağlayamayan bir takım putlardan ibaretti. Bununla beraber bu putlar, Arab’ın lideri durumunda olan Kureyş kabilesinin nazarında hayatın temeli idi. Çünkü kurbanlar, bu putlara takdim ediliyordu. Kureyş’in bunda İktisadi çıkarı ve edebî menfaati vardı. Bu putların bulunduğu Kâbe’yi muhafaza eden Kureyş’ti. Binâenaleyh; putperestliği mahkûm etmek, bu liderliği ve bu çıkarları mahkûm etmek olacaktı. Bundan dolayı, yeni dini (İslâm’ı) yaymakta Resûlüllah (s.a.v)’ın işi

çetindi. Gerçekten Resûlüllah (s.a.v), putperestliği âlenen tahkir ediyor, vahdaniyyetle uyuşmayan inançlara cephe alıyordu. Resûlüllah (s.a.v) bununla da yetinmeyerek sosyal düzenlerinin bozukluğunu açıklıyordu. Bu itibarla Kureyş, Muhammed (s.a.v)e; adet ve düzenlerine isyan eden, iktisadi ve sosyal hayatlarının temellerini yıkmaya gelen bir adam gözüy le bakıyorlardı. Netice olarak, kendi varlıklarını sürdürebilmeleri için, ona şiddetle karşı çıkmaya kesin karar verdiler. Resûlüllah (s.a.v) bir gün Mescid-i Haram’a girdi. Onları, putlara secde

ederken gördü. Onları bundan nehyetti ve babaları İbrahim (a.s) in dinine karşı gelmelerinden dolayı onları şiddetle kınadı. Onlar ise Resûlüllah (s.a.v)’a şöyle karşılık verdiler: «Bu putlar, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz. İşte şu âyetleCenâb-ı Hak, onların hâlini bildirmektedir :.Biz, bunlara ancak bizi Allah’a daha fazla yaklaştır sınlar diye tapıyoruz (derler). Şüphe yok ki Allah onlar(la mü’minler) arasında, ihtilaf ede geldikleri şeyler hakkında hükmünü verecektir. Muhakkak ki, yalancı, hakikaten kâfir olan o kimseleri Allah doğru yola iletmez.

Resûlüllah (s.a.v) bunun şirk olduğunu, şirki ise Allah’ın kabûl etme- yeceğini onlara açıkladı. İçinde bulundukları durumun götüreceği sonu cu bildirdi. Onlar ise Resûlüllah (S.A.V.)a muhalefet etmeye kesin karar verdiler, ona istihzâ ve maskaralıkla mukabele ettiler. Cenâb-ı Hak, bu durumdan şöyle bahsediyor:

«O kâfirler, içlerinden tehlikeleri bildiren (bir peygamber) geldiği ne şaştılar. Dediler ki; bu bir büyücü, bir yalancıdır.

O (bütün) ilâhları tek bir ilâh mı yapmış? Bu, cidden acaipbirşey. «Seni gördükleri vakit; bu mu Allah’ın peygamber olarak gönderdiği? (derler). Seni, eğlenceden başka birşey edinmezler. (Şöyle derler); Gerçekten, eğer üzerlerine (düşüp) sebât gösterme seydik bizi az kaldı ilâhlarımızdan saptıracaktı O. Onlar, azabı görecekleri vakit, yolca kim daha sapıktır, yakında bilecekler.» 15 Resûlüllah (s.a.v)’ı, müşriklerin bu hâli üzüyor ve ona sıkıntı veriyordu. Ona teselli verip yardım eden şu Kur’an âyetinâzil oldu : «Andolsun, senden evvelki peygamberler yalanlanmıştı da tekzib edildikleri ve işkenceye uğratıldıkları şeylere karşı sabretmişlerdi. Nihâyet yardımımız, onlara gelip yetişti…..

Bu böyle. Üstelik alaycılar, şöhret sahibi kimselerdi. Bunlar, Resûlüllah (s.a.v)’a taarruz ediyorlar, ona sövüyorlar, onu hicvediyorlar ve hakkında şöyle diyorlardı: «Şüphesiz o, kâhindir,mecnûndur.» Ayrıca yalancılıkla da itham ediyorlardı. Allah, peygamberine hitap ederek şöyle buyuruyor:

«(Habîbim), sen öğüt vermeye devam et. Öyle ya, sen Rabbinin nimeti sayesinde ne bir kâhin, ne de bir mecnûnsun.»

Müşrikler bazen da Kur’ân-ı Kerîm’e iftira ediyorlar ve Kur’an’ın ev velkilerin masalları olduğunu sanıyorlardı. Cenâb-ı Hak, şu âyetle onlarin bu hâlini hikâye ediyor: «O kâfirler: Bu (Kur’an) onun uydurduğu yalandan başka (birşey) değildir. Bu husûsta diğer bir zümre de ona yardım etmiştir dediler.

Böylece büyük bir haksızlığa ve iftiraya başvurdular. (Şöyle dediler): (Bu âyetler), onun başkasına yazdırıp da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, evvelkilere ait masallardır.18 Resûlüllah (s.a.v)’a karşı koydukları hususlardan birisi de, mû’cizeler

istemehusûsundaki dayatmaları idi. Allah, onların bu durumunu da şu âyetlerleifâde buyurmaktadır:

«Dediler ki biz, sana kesinlikle inanmayız. Tâ ki bizim için şu yer den bir pinar akıtasın.

Yahut senin hurmalık (lar) dan, üzümlük (ler) den bir bahçen olsun da aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtasın.

Yahut iddia ettiğin gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşüresin veya Allah’ı ve melekleri kefil getiresin.

Yahut altından bir evin olsun, yahut semâya çıkasın. Ona çıktığına da asla inanmayız a! Tâ ki okuyacağımız bir kitap indiresin. (Şöyle) de: Rabbimin şânı yücedir. Ben (Allah’ın) resûlü bir beşerden başkası miyim ki. 19

İşte bunlar, kavminin muhalefetiyle karşı karşıya kaldığı husûslardan bir kısmıdır. Fakat o, daima sabit ve dimdikti. Hiçbir menfaat sağlamayan ve hiçbir zarar veremeyen birtakım putlara yaptıkları ibâdetlerden dola yı, Allah’ın kendisine vahyettikleri ile onların inançlarını tahkir ediyor ve Allah’a çağırıyordu. Şu âyetleri okuyunuz:

«Bu (putlar) sizin ve atalarınızın taktığınız adlardan başkası değildir. Allah, onlara hiçbir hüccet indirmedi. Onlar, kuruntudan ve nefisleri ninarzû ettiği hevâ (ve heves) dan başkasına tâbi olmuyorlar. Halbuki,andolsun kendilerine Rablerinden o hidâyet (rehberi) gelmiştir. 20

,«Onlara (müşriklere); Allah’ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar: Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız, derler. Ya ataları birşey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?»,

Yoksa onların çoğunu hakikaten (söz) dinlerler, yahut akıllanırlar mı sanıyorsun? Onların başka değil, dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Bilâkis yolca daha sapıktırlar.»”

RESÜLÜLLAH (S.A.V)’I TEHDÎD

Resûlüllah (s.a.v), putperestlerin ilâhlarını tahkir edip kendilerini akıl sızlıkla itham edince, Kureyş’in ileri gelenlerinden bir Grup, amcası Ebu Tâlib’e gidip şöyle dediler

– Ey Ebu Talib! Gerçekten, senin kardeşinin oğlu ilâhlarımıza sövüyor, dinimizi ayıplıyor, akıllarımızı tahkir ediyor, babalarımızı sapıklıkla itham ediyor. Onu, ya bu hareketten vazgeçirirsin yahut da onunla bizim aramızdan çekilirsin. Sen de, onun zıddına olarak bizim inancımız üze rindesin. Ona karşılık biz, sana yeteriz.

Ebu Talib onlara yumuşak konuştu ve güzel bir şekilde başından savdı. Onlar da, ondan ayrılıp gittiler.

Resûlüllah (s.a.v), İslâm’a çağırmaya devam etti. Allah’ın dinini açık lamaktan ve ona davet etmekten -ki bu dâvet, Kureyş’in gazabını ar tırıyordu- onu hiçbir şey alıkoyamadı. Kureyş’in ileri gelenleri tekrar toplandı, Ebu Talib’e gittiler ve şöyle dediler: Ey Ebu Talib! Sen, aramızda yaşı ilerlemiş, şeref ve makam sahibi bir kimsesin. Biz, kardeşinin oğlunu takip ettiği yoldan vazgeçirmeni senden istirham etmiştik. Fakat vazgeçirmedin. Yemin olsun ki bizler; atalarımıza sövmesine, akıllarımızı tahkir etmesine ve ilâhlarımızı ayıplamasına artık tahammül edemeyeceğiz. Şimdi, ya onu bu işten vazgeçirirsin veya onunla seni başbaşa bırakıp, iki taraftan birisinin helâk olmasına kadar mücadele edeceğiz. Bu sözlerden sonra yanından ayrılıp gittiler. Kavminin tehdidi ve düşmanlığı, Ebu Talib’in çok zoruna gitti. Fakat,Resûlüllah (s.a.v)’ı onlara teslim ederek yüzüstü bırakmaya da gönlü razı olmadı. Resûlüllah (s.a.v)’ı yanına çağırıp şöyle söyledi: – Ey kardeşimin oğlu! Kavmin bana geldi ve şöyle şöyle söyledi. Bana ve kendine acı, güç yetmeyen şeylere beni zorlama.

Resûlüllah (s.a.v), amcasının kendisi hakkında yeni bir kanaata sahip olduğunu ve kendisini yüzüstü bırakarak düşmanlara teslim edeceği ni, yardım etmekten âciz kaldığını sandı. Resûlüllah (s.a.v) bunun üze rinemeşhûr sözünü söyledi. Bu söz, zaman durdukça unutulmayacak tır. Çünkü bu söz, sadece Allah’a ibâdet etmeye davet ve akide uğrunda ölümü göze almayı ihtiva eden bir sözdür. Bu dâvet, öyle bir davettir ki; onun karşısında her tehdid ve her türlü işkence küçülür:

«Ey Amcacığım! Allah’a yemin olsun ki; bu davadan vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysalar, bu yolda ölünceye veya Allah onu üstün getirinceye kadar asla bu dâvâdan vaz geçmiyeceğim.

İman kuvvetine ve büyüklüğüne bakın!… İman, kalbe tam yerleştiği zaman, kabaran bir sel gibi olur. Onun önünde yer yüzünde hiçbir kuvvet duramaz. Resûlüllah (s.a.v) İslâm’a dâvet yolunda nefsini fedâ etmeye hazır olduğunu açıkça haykırdıktan sonra ağladı ve ayrılıp gitti. Bunun üzerine Ebu Tâlib, Resûlüllah (s.a.v)’ı çağırıp ona şöyle söyledi:

– Ey kardeşimin oğlu! Git, arzû ettiğini söyle!. Seni asla ve kata teslim etmeyeceğim.

RESULULLAH (S.A.V)’I KANDIRMA GAYRETİ

İslâm dâveti, birçok kimseler tarafından hüsnü kabûl görmeye baş ladı. Bu durumu gören Kureyş’in ileri gelenleri, tekrar toplandılar ve kendilerini tehdid eden Mühim Mes’ele hakkında aralarında istişarede bulundular. Dâvâsından vazgeçirmek ümidiyle, Muhammed (s.a.v)’e bir takım teklifler götürmeye karar verdiler. Gelmesi için adam gönderdiler, Resûlüllah (s.a.v) de sür’atle geldi. Çünkü o, hidâyete gelmelerini çok arzû ediyordu. Onlar şöyle söylediler:

– Ey Muhammed (s.a.v)! Biz, konuşmak için seni çağırdık. Allah’a ye- min olsun; biz Arablardan hiçbir kimse bilmeyiz ki, senin kavminin arası na soktuğun gibi bir fitneyi, kendi kavmi arasına soksun. Sen; ecdâda söv- dün, dini ayıpladın, ilâhiara hakaret ettin. Akılları tahkir ettin, topluluğu parçaladın. Seninle aramızda cereyan eden husûslarda, yapmadık kötü bir iş bırakmadın. Eğer sen, getirdiğin bu söz (Kur’an) ile mal istiyorsan, mallarımızdan sana verelim. O kadar ki, en zenginimiz sen olasın. Eğer bu Kur’an ile, içimizde şeref sahibi olmak istiyorsan seni üstümüzde reis yapalım. Eğer bununla saltanat istiyorsan seni sultan yapalım. Eğer sana gelen ve sana galebe çalan bir cin ise -ki bazen bu olur, seni iyi etmek için, tedâvî yolunda bütün malımızı harcayalım ve seni mazûr görelim. Resûlüllah (s.a.v) onlara şöyle buyurdu:

– Sizin sandıklarınızın hiçbirisi bende yoktur. Size getirdiğimi; malınızı istemek, içinizde şerefli olmak veya size sultan olmak için ge tirmedim. Lakin, beni Allah size bir Resul olarak gönderdi. Bana bir kitab indirdi. Sizin için bir müjdeci veya uyancı olmamı bana emretti.

Ben de Rabbimin risâletini size tebliğ ettim. Sizlere nasihatte bulun dum. Şayet size getirdiğimi benden alıp kabul ederseniz, bu sizin dün ya ve âhiretteki nasibiniz olur. Kabûl etmezseniz, sizinle, aramda hükmedeceği zamana kadar Allah’ın emrine karşı sabredeceğim.

Küfredenler daha sonra, hak dâvaya meydan okuma hususunda bir adım daha ileri giderek; Resûlüllah (s.a.v)’ın onların ibâdetlerine, kendilerinin de Resûlüllah (s.a.v)’ın ibadetine iştirak etmesini taleb ettiler. Bunun üzerine şu sûrenâzil oldu :«(Habibim, şöyle) de: Ey kâfirler! Ben, sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Benim (kendisine) İbâdet(de devam) edeceğime de siz kulluk ediciler değilsiniz. Ben (zaten) sizin taptıklarınıza (hiçbir zaman) tapmış değilim. Siz de benim kulluk etmekte olduğuma kulluk ediciler değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana.

Şu âyet de bu münasebetle nazil olmuştur:

«(Habîbim), söyle: Ey cahiller! Allah’dan başkasına mı ibâdet etme mi bana emrediyorsunuz?»

Daha sonra müşrikler, başka bir yolu denediler ve Resûlüllah (s.a.v)dan putları kötülemek ve onlara ibâdet etmekten dolayı şiddetli tehdid gibi kendilerini kızdıran Kur’an âyetlerini, Kur’an’dan çıkarmasını taleb etti ler. Bunun üzerine şu âyetnâziloldu :

.De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olmayacak şeydir. Ben, vahy edilenden başkasına tâbi olmam.»

BENZER KONULAR:

Dini Site

DiniSite.tr, İslam diniyle ilgili güvenilir ve derinlemesine bilgiye ulaşmak isteyenler için hazırlanmış bir platformdur. Bu site, İslami değerler, ibadetler, ahlaki öğretiler ve toplumsal konular üzerine kapsamlı içerik sunarak, Müslümanların hem günlük yaşamlarına hem de manevi gelişimlerine rehberlik etmeyi amaçlamaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu